ÜÇ FENOMEN, BİR İDOL!

 

Kimi insanları hayatınızda hiç tanımaz görmezsiniz. Sizden önceki nesillerde yaşadığını bilir ve o insana büyük bir gıpta ile bakar, müthiş bir hayranlık beslersiniz. Onunla ilgili bilgiler, makaleler, yazılar araştırır ve arşivleri karıştırırsınız. Hepimiz kendimize bir rol biçeriz o figürden… Yaptığı işten, yapamadıklarından ya da söylediği anlamlı sözlerden.. Bir sözü bizim hayat felsefemiz olur hiç tanımadığımız kahramanın.. İşte benim o kahramanım Bill Shankly’dir. Gerek yüksek egosu, gerekse herkesi kendinden küçük görme kibirliliği ile sevenleri kadar sevmeyeni de olan bir adam… Sözlerindeki ukalalık ve gerçeklik tarihe ışık olur türden..

Birde hakkında hiçbir şey bilmediğim ama büyük bir saygı duyduğum Aime Jacquet gerçeği vardır. 98 Dünya kupasını Fransa’ya kazandıran adam olarak bildik, tanıdık. Ama aslında ülkesinde Yılmaz Vural’ımsı bir geçmişe sahipti. Başarılı dönemleri vardı. Bordeux’ta özellikle.. Neyse gelelim meselemize; Jacquet dünya kupası sonrası görevi bıraktı. Kimseye hiçbir açıklama yapmadan… Söylediği tek şey “onları asla affetmeyeceğim” olmuştu. Basın kadroya almadığı futbolcular nedeniyle linç girişiminde bulunuyor, Fransa’daki tüm futbol otoriterleri tarafından yerin dibine sokuluyordu. Ama dünya futbol tarihini şaşırtacak bir gurur ve asalet timsali karakterinden hiç kimsenin haberi yoktu. Fransa şampiyon oldu, Jacquet istifa etti ve köyüne döndü. Tarih onun başarısını, futbolseverler de onun etik duruşunu unutmayacaktır.

Mahallenin şımarık çocukları olur. Futbol geniş bir mahalledir. Herkes o mahalleye mensuptur. Sadece farklı sokaklarda oynarız. Sevilla’nın sokaklarında, Brüksel’in sokaklarında, Trabzon’un sokaklarında, Miami kumsalında, Messina’nın dar sokaklarında, Londra’nın şarabıyla meşhur köyünün yollarında… Yani her yerde şu an ufacık çocuklar futbol topuyla sevdiği bir figürü canlandırıp futbol oynuyor. Kimisi üç beş kuruşa aldığı, yırtığını diktirdiği ayakkabısıyla, kimisi -şımarık çocuk- sezonun en yeni kreasyonuna ait ayakkabısıyla… Ama aynı ekipteler. Mourinho işte o cilalı parlak ayakkabıyı şimdilerde giyen adamdır. Karizmatiktir, şımarıktır ama “başarılıdır”. Seven bir ilah gibi sever, nefret eden ise bir putperestten öte nefret eder. Ortası yoktur. Beğenmeyeni çoktur ama beğenmeyenlerin büyük bir çelişkisi vardır, kendi takımı bir çuvallasa “Mourinho gelse kurtaramaz” der. Çünkü Mourinho tartışılmasız kurtarıcıdır.

Üç farklı futbol fenomeni ve üç farklı ekol… Hangisi gibi bir adamı takımda görmek isterdiniz? Üçünün karışımı bir adam var mıdır? Yazıyı okuyunca kim ne düşünür bilmiyorum ama ben Jacquet’i isterdim. Sonra bakıyorum aklıma Şenol Güneş geliyor. Jacquet ile benzer saldırılara maruz kalmadı mı A milli takımda? Onuru, gururu ayaklar altına alınmaya çalışılmadı mı? Sonra ne oldu? Soluğu yine yuvasında, köyünde, mahallesinde Trabzonspor’da aldı.

Trabzonspor’un başında olup kaybettiği 96 sezonundan beri ne zaman takımı çalıştırsa hep aynı doneler ile hedef gösterildi. Eleştiri doneleri tamamen onu değersizleştirmek ve onu pasif kılmaya çalışmaktan öteye geçmedi. Trabzonspor’a gelmiş geçmiş en faydalı isim olduğu gerçeği ayan beyan ortadayken hep yerine birileri önerildi. Yerine geçenlere küfür edip gönderdikten sonra takım ne zaman dibe vurmaya başlasa, işte tam orada Şenol Güneş belirdi. “Işığı gözümüze değil, önümüze tutun” dediği gün tarih kitaplarının tozlarını silip öyle bir söz söyledi ki; bu sözün ağırlığını ve ifadesini anlamak için Oxford mezunu olmaya gerek yokken, “felsefe yapma, işini yap” küstahlığıyla eleştirildi. Bizler kültür, örf ve adet olarak değerlerimizi sevdiğini iddia eden pespaye yalancılarız. Aşağılama ve hor görme karakterini Avrupa’dan kendilerine rol biçmiş figüranlarız. 


Trabzonspor’un kazandığı hemen hemen tüm kupalarda el emeği olan bir ismi ihanetle, takımı sabote etmekle suçlamak düpedüz küstahlıktır, hainliktir ve terbiyesizliktir. Türk milli takımını çalıştırırken İstanbul medyası tarafından yerin dibine sokulan bir adamı o gün savunan kesimin, bugün bu ismi böyle ağır bir şekilde “eleştiri” safsatası altında “aşağılamasını” kabul etmiyorum. Trabzonspor’un kazandığı saygınlığın en baş mimarlarından olan Şenol Güneş’i bende oynattığı oyun, futbolcu transferleri konusundaki yetersizliğini, alt yapıdan futbolcu çıkartıp oynatamaması gibi durumları herkes gibi eleştiriyorum. Eleştiri futbolun doğasında vardır. Ama eleştirmek, küfür etmek değildir. Yaptığı oyuncu değişikliğinden ötürü hocayı yuhalamak değildir. Eleştiri sizi daha iyi olmaya itiyorsa bir anlam ifade ediyordur.


*


Yazımı Jesus Almeyda’nın tarihe geçmiş sözüyle noktalıyorum;


“Biz futbolun sahte dünyasının içindeyiz. Bu tamamen düzmece bir dünya. Bizlere, basit bir oyun oynamamız için milyon dolarlar veriyorlar, ama biz sadece sistemin devam etmesi için kendini satan köleleriz. Ben sadece futbolcu Almeyda, değilim. Ben bir babayım, bir insanım, bir çiftçiyim… Ve futbolun içinde kaldığım hergün gerçek Almeyda’dan uzaklaşıp kişiliğimi yitiriyorum.”

 

 

Garrincha
bir garip futbol aşığı

 

 

Bir Yorum Yazın