TRİBÜNLER UYANIYOR MU?

“Tarih tekerrürden ibarettir derler

Ders alınsa tarih hiç tekerrür eder miydi?”

*

Taksim olaylarındaki taraftar dayanışması çok büyük ilgi gördü.

Özellikle Fenerbahçe-Galatasaray birliği önemliydi çünkü daha birkaç hafta önce Fenerbahçeli-Galatasaraylı taraftarlar kavgasında 19 yaşında bir genç hayatını kaybetmişti.

Bu gelişmeler daha önce değindiğimiz Nika Ayaklanmasını anımsatmaktadır.

Nika Ayaklanması (temsili)

Nika ayaklanması da İstanbul’da çıkmıştı. Bundan 1500 yıl önce gerçekleşmişti. Ve ayaklananlar İstanbullu sporseverlerdi!

Şehirde akrabalar, komşular bile iki takım arasında kutuplaşıp birbirine düşman olmuştu. Diğer takımlar unutulmuştu ve herkes bu iki takımın fanatikliğini yapıyordu: siyasi tartışmalar takımlardaki kutuplaşmalara endekslendi, dini tartışmalar bile takımlara endekslendi.

Siyasi ve dini odaklar sporsever kitleleri kışkırtarak kendi güçlerini kolay yoldan arttırırken kutuplaşan insanlar birbirlerini “Gavur” olmakla, “Hain” olmakla suçlamaya başlamışlardı. İnsanlar tribünlerde “Ölmeye geldik” diye birbirlerine meydan okuyorlardı.

Menfaat odaklarının yarattığı, onlarca yıllık bu sözde “ezeli rekabet“in kaynağı bile unutulmuş, sadece çatışmalardan elde edilen güç paylaşımına bakılıyordu. İnsanlar için tuttukları takımlar birer siyasi parti ve hatta birer din olmuştu.

Halkı bu tür mücadelelerle oyalamak, onların dertlerini unutmasını da sağlıyordu. Kendi geçimini unutup, tuttuğu takımın sporcu transferine odaklanan ya da yaşam isyanını rakip takım taraftarlarına yönelten İstanbullu sporseverler Bizanslı yöneticilerin işini kolaylaştırıyordu.

Ülkede huzur ve sükunu sağlaması beklenen imparator Justinianus’un da bu takımlardan Mavi olanına açık taraftarlık yaptığını belirtelim. Hipodromda Mavi takım taraftarları imparatora yakın tarafa, rakip takım taraftarları ise senatörlere yakın tarafa oturuyorlardı çünkü onlar da senatoda yani elitler açısından daha güçlüydü.

Ve yine bugünün İstanbul’unda olduğu gibi işler rayından çıktı ve taraftarlar arasında cinayet işlendi. Bunun faturası da sadece “taraftar” gruplarına çıkarıldı. Ne onları kışkırtanlara, ne onlar üzerinden menfaat temin edenlere ne de bu kutuplaşmayı muhafaza etmek için yalanlar uyduran odaklara dokunuldu.

İdam cezasından kaçan bir Mavi ve bir Yeşil takım taraftarı kiliseye sığındı. Lejyonerler kiliseyi kuşattı ama kutsal yer olduğu için içeri giremediler.

Ve üç gün sonra gerçekleşen Mavi-Yeşil mücadelesinde inanılmaz bir şey oldu: Mavilerle Yeşiller birleşti! Hepsi birlikte önce taraftarların serbest bırakılması için ortak tezahürat etmeye başladılar. Senatörlerin ve imparatorun şaşkın bakışları arasında tribündeki herkes birlik olmuş aynı dava için sesini yükseltiyordu.

İmparator taviz vermek yerine tutumunu sertleştirdi. Bu sefer halk meydanlara doldu, Mavilerle Yeşiller kardeşlik tezahüratları içinde saraya yürümeye başladılar ve şehir kontrolünü kaybetti. Her şey o kadar kontrolden çıkmıştı ki imparator canını kurtarmak için neredeyse şehri terk edecekti. Kontrolden çıkan “ayak takımı”, Bizans’ı en büyük sınırlarına ulaştırmış olan, Akdeniz’in üçte ikisinin hakimi olan koca Justinianus’a İstanbul’u dar etmişti.

İsyan bastırılmasına bastırıldı. Ama daha önemlisi bu isyandan alınan dersti. Bir daha holiganizm ve goygoculuk 1500 yıl boyunca İstanbul topraklarına uğramadı.

Kıssadan hisse:

“Ezeli rekabet” balonunu şişiren, Galatasaray’a ya da Fenerbahçe’ye gün yüzü görmemiş istatistiklerden destanlar yazan ve şike sürecinde yalan haber pompalayıp duran basın, şampiyonluğun ne pahasına olursa olsun İstanbul’da kalmasını isteyen  otoriteler ile Taksim olaylarını görmezden gelen basının ve otoritelerin aynı olduğunu gören herkes bu fırsatı kullansın ve nasıl bir oyuna figüran edilmeye çalıştığını anlasın.

Endüstriyel futbolun figüranı değil hak-adalet arayan insanlar olmak isteyenler öncelikle her yol mübahtır anlayışıyla “başarıya odaklı” holiganlığı bırakıp adaletin herkese lazım olduğunu hatırlamalı, anlamalıdır. Ne zaman ki adaleti kendi menfaatimiz için değil başkaları için de istemeye başlarsak o zaman kendi hakkımızı da en doğru şekilde korumuş oluruz.

One comment

Bir Yorum Yazın