Neler yazmalı ki sana, nasıl anlatmalı seni; bir kadını bir erkeği sever gibi mi? Bir çocuk, bir çiçek sever gibi mi söylemeli insan hissettiklerini? Çok da ufak tefek değilsin allayıp pullayamam seni, 45 yıl geçmiş karanlık günlerin üzerine eseli, sanki daha dün gibi…
Sen umutsuzların umudusun, yol çizemeyenlerin yolu, yalnızların sevgilisisin, ihtiyarların dostu, bir çocuğun en masum hayalisin.
Neler yazmalı ki sana, nasıl anlatmalı seni? Bu zor dünyada ümit etmelere, gerçekleşmesine inanılmayan hayallere, en zirvedeki umutlara inandıransın sen, senle inandık Yezid’i devirmenin imkanına, senle bağlandık direnmenin asaletine.
Sen şeytanın pabucunu yakıp, yırtansın; zalime karşı kafa tutan, Yezit’le kafa kafaya gelip boğazına yapışansın.
Neler yazmalı ki sana, nasıl anlatmalı seni; seninle mutluluğu hayal bile edemeyenlere zaferi yaşattın, 45 yılına onlarca kupa, yüzlerce destan, sayısızca alın akı yazdırdın. Sevmedi kimse seni güldür diye, hüznüne aşıklara defalarca sürpriz yaptın, sayısızca kalbi sonsuza dek kendine bağladın.
Sen Anadolu’dan çıkan ateş, sen teslim olan coğrafyanın isyancısısın, umarsızca diklendin dükalığa, gözünü bile kırpmadın, cesareti senden öğrendik, azmi senden.
Neler yazmalı ki sana, nasıl anlatmalı seni? Öyle bir tutkun var ki çocuklar doğdu kucağına, seninle büyüdüler, gülmediler 30 sene ama hiç yılmadılar, sen nasıl bir sevgisin, nasıl bir bağlanış, ağlatmanı sevdiler, gözyaşınla yıkandılar.
Sen özlemlerin takımısın, bu yer yüzünün en uzun özlemlerini yaşatan, sen yıllardır güldürmedin de sen diyince güldü, sevindi ufacık çocuklar,
Adın var olsun rengine kurban olduğum, hasretler sana, bekleyişler sana, hayaller sana feda olsun.
Neler yazmalı ki sana, nasıl anlatmalı seni? Gurbette kollarını açansın, yokluğunda memleketin, özleminde sevdiklerin, göz kırpan tebessüm edensin. Binlerce kilometre uzaklarda, değil şehirlerden, ülkelerden ayrı, yabancı dillerin, bedenlerin arasında kalmış insanların memleket kokususun.
Sen uzun seyahatler sonrası memlekete dönüşte, uzun otobüs yolculukları sonunda, sabaha karşı inince uçaktan, ayak atılınca toprağa kalpte titreyen heyecan, gözde buğulanan yaşsın.
Neler yazmalı ki sana, nasıl anlatmalı seni; 45 yıl önce küçük bir şehrin koca bir çığlığı olarak, sivri burunlu, lehçesi bozuk, bir o kadar cesaretli ve bir o kadar da duygusal insanların kalbine işlenmiş aşk, beynine kurulmuş inanış, bedenindeki coşkusun. Ta 45 yıl önce atıldın bir çocuğun boynuna, giyildin bir gencin sırtına, haykırıldın bir amcanın ağzından, dua edildin bir nenenin dudaklarından.
Sen nenelerimizin kulağına dayadığı radyodaki ses, sen maça gidecek gencin cebindeki son para, sen küçük bir çocucuğun okul sıralarında kaldırdığı parmak, sen uğruna ölenlerin boğazından çıkan son nefessin.
Sen en güzel sevgili, sen kalplerin sahibisin, iyi ki doğdun Sevgili, iyi ki varsın, dünya durdukça var olasın Trabzonspor.