Sana anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki Kazım Ağabey. Ben ne Gülbeyaz dizisinde gördüğümde tanıdım seni ne de vefatının ardından. Yazları yaylaya çıkardık abi. Boş çekirdek paketinin sarı kart olduğu, hakemli, 11’e 11 oynanan köy gençlerinin oynadığı, bizim bir gün biz de büyüyeceğiz, biz de oynayacağız diye hayallere daldığımız o turnuvaları izlerken tanıdım seni. Maç biterdi. Biz küçükler abilerimizin direktifiyle koşar, iki tane büyük kamyon lastiği kapar gelirdik.Lastiğin ateşi harlarken muhabbeti, hayranlıkla izlerdik abilerimizi. Ve bir türkü başlardı gitar eşliğinde. Sözlerini anlamak ne mümkün. İşin ilginci o anlamadığımız sözlere daha küçücükken gözlerimiz dolardı. Şarkının adını yazmama bile gerek yok tabi şimdi.
Liseye başladım. Evimize, okulumuza, gurbete dönüş başladı. Zaman geçtikçe özlendi yaylalar, şarkılar, türküler. Sınıfımda yan flüt çalan bir arkadaşım vardı. Ve o çok iyi tanıdığım türkünün melodisi çınladı kulaklarımda. Kazım Koyuncu dedi. İlerleyen yıllarda akademik eğitimini müzik üzerine tamamlayan arkadaşım o zaman bana dedi ki “ben bu şarkı ve Kazım Koyuncu için yan flütü seçtim”. Kazım Koyuncu. Kimmiş bu adam dedim. Aradım, taradım, şarkılarının hepsini buldum, dinledim, büyülendim. Artvinli olduğunu öğrendim önce. Sonra Trabzonsporlu olduğunu. Röportajlarını okudum. Trabzonspor’u tutmak benim için memleketimin Trabzon olmasından öte bir durumdu ama hiç ifade etmeyi başaramamıştım. Ve neden Trabzonsporlu olduğumu en iyi sen anlattın bana. Hasta olduğunu öğrendim. İnanamadım. Yaşamayı bu kadar seven adamın ölebileceğine hiç ihtimal vermedim.
Üniversiteyi kazanmak rahatça Trabzonspor deplasman maçlarına gidebilmenin yanında ekstra bir anlam daha taşıyordu benim için artık. Senin konserlerinde bulunmak. Ortak olabilmek devrimine, haykırmak, en çirkin ses tonuyla bile olsa haykıra haykıra şarkılar söyleyebilmek dünyaya..
Üniversite sınavından çıktım. Daha sınavımın sonucunu öğrenmeden vefat haberini aldım.
Ve ilk konserini üniversiteyi okuyacak olduğum şehirdeki odamda, gözyaşları içerisinde, TRT 2’de izledim.
Sen gittin.
Hiç bir şey değişmedi.
Biz hala onurumuzla, gururumuzla mücadele etmeye çalışıyoruz.
Sana verdiğimiz sözleri de tutamadık hala. Tutturmadılar abi. Çaldılar emeklerimizi, umutlarımızı..
Sen yaşıyor olsan gene bir yolunu bulur severdin bu dünyayı. Ama biz sen olmadan pek beceremedik, becerebilecek gibi de durmuyoruz.
Sen öldüğün gün söz vermiştim. O kupa Trabzonspor müzesine girene kadar seni ziyaret etmeyeceğim diye. Arkadaşlarım geldi ziyaretine, içim sızladı, ben gidemedim. Yüzüm yok hala.
En son 2011’in Mayıs’ında. Karabük’teydim. Hazırdım. Bir mucize olacaktı ve maç sonu hiç düşünmeden binecektim Artvin otobüsüne. Olmadı. Yer gök yıkılırken, Türkiye’nin her bir köşesinde Trabzonspor’un şampiyonluğu kutlanırken, gözleri ıslak, otobüsün cam kenarında, kulağında senin şarkılarınla yanına gelecek bir kardeşin olacak Kazım Ağabey.
O benim işte.
Sen şimdilik nur içinde yatmaya devam et.
Seni seven, sana inanan, sana güvenen ve senin şarkılarını dinlerken, fotoğraflarına bakarken dahi içinden bir şeyler kopan insanların yanına gelip en bordo mavi halaylara duracağı günü bekle Abim.
Az kaldı, az kalmış olmalı.