“İşbu yazı ramos nickli grubumuzun üyesinin ek$isözlük‘e yazdığı entrysinin tıpkısının aynısıdır. Grubumuz genelde iş-güç sahibi, çoluğa çocuğa karışmış, vizesi-sınavı olan aklı başında insanlara sahip olduğu için, DikOyna’ya taşımak benim gibi bir aylağa kısmet oluyor. Övgülerin sahibi ramos kardeşimizdir. Kamuoyuna duyurulur.”
sanıyorum ki burda son bir entry yazacak olsam bunu bu başlığa yazardım..akdem gittikten sonra biz de gitmiş sayıldık ve futbol 22 kişinin oynadığı ve sonunda aleks taşcıoğlu’nun sürekli yanlış bayrak kaldırdığı bir oyun..
beyler aidiyet duygusu başka bir şey, bir takımın bir insana ait olması haber olmaz ama bir insanın hiçbir çıkar gözetmeksizin bir takıma ait olması haber değeri taşır. bu herkes için öyle 2010 soğuk bir mart akşamı, kadıköy’de galatasaray-fenerbahçe maçı bileti kuyruğu için o soğukta gece 12’de sıraya girip sabah gişelerin açılmasını bekleyen adamlar için de öyle, sami yen deplasmanı için alacakları tek bir bilet için saatlerce o ayazda, ben arkadaşım için bekliyorum bu adamlar ait oldukları için..tüm nefret ettiğim o adamlar orda hissettiğimiz şeyler ortak “aşk”
takım seçmek sanırım hissettiğimiz ilk heyecandır, yani bir şey hissetmek gerekir, ilk kız arkadaşımızı, ilk aşık oluşumuzu düşünürsek anlam veremediğimiz ve tanımlayamadığımız o duyguyu ilk kez aslında 5-6 yaşlarında falan yaşıyoruz, evet arkadaşlar bir şey hissetmek lazım farklı bir şey olması gerek, heyecanlanman lazım 6 yaşında tanımlamayacağın bir duygu hissetmen lazım yuri’nin fenerbahçe kalesinini direğinden dönen o topta kalp atışlarının daha tam idrak edemediğin şekilde hızlanması lazım.. ilkokula yeni başlamış bir çocuğun danimarka’yı bilmezken olsen‘i bilmesi dünyayı bilmezken pfaff‘ın dünya karması kalesini koruduğunu görüp sevinmesi başbakan’ın kim olduğunu bilmezken başbakan lemi‘yi bilmesi…
takım seçmek çok garip, tüm çocukluğu rıdvan diyemediği “yıdvan” dediği için sülalecek fenerbahçe’nin sembol ismi “yıdvan” dedirtmekle geçmiş, ama hasta enişte yüzünden beşiktaşlı olmuş ancak tarihi 7-2 lik barcelona maçının ilk dakikasında hami‘yle öne geçince radyodan maç dinleyen babanın sevinçten evi yıkıp, gürültü yapmayın alt kattaki teyze hasta tezini bizzat kendi çürütmüş olduğunu görmüş ve ilk kez hissetmiş ait olacağı takımı..bu takım bu adamı bu kadar sevindirdiyse ben aşkı buldum demektir beyler..
bu takımı seçmek benim yaşlarımda olağan bir durumdu tabii henüz 5-6 senedir şampiyon olamayan sanırım beşiktaş’la eşit şampiyonluğu olan -milne öncesi- ama yine de emin değilim araştıramam da-
ilk hayatla tüm bağlarımı 5-1 lik bursaspor kupa finalinde kopardığını hatırlıyorum.. babam sanırım eski kabile reisi, reenkarnasyondan samsun’a düşmüş ama eski hayatında kesin öyleydi bir kabilede şef falandı yoksa bacak kadar çocukla o bursa finalinde totemcilik oynamazdı 2-1 den sonra sürekli koltuk değiştirdik, ilk maç 3-0 dı stres büyüktü, babam her golden sonra sen oraya geç ben buraya diye totem yapıyordu. tuttu da.. hala daha ben kazandırdım o maçı diyor.. bi zahmet 2-1’lik fener maçına da el ataydın o zaman büyük şef.. tanrı bizi korusun..amen
ik acı 7-1 lik beşiktaş maçı, yani çok var ama sergen’in aşırtmasında 5-0 olmuştu ve ağlamıştım sinirden lüle saçlı nartallo’nun yanlışlıkla attığı topuk golüyle moralim yerine gelmişti arjantinli’nni kötüsü bile düşerken topuk golü atıyor, bir de yine inönü’de çok acı 4-0 lık yenilgi vardı içimi acıtan, şenol güneş çaresiz ünal sakat, tablo acı.
1995-1996 sezonunun tüm maçlarını hatta abartıp 1-3 lük ankaragücü galibiyetinde tolunay‘ın karşı karşıya kaçırdığı golü ve kanal d’de maçı yorumlayan toroğlu’nun ” bir maçta kaç kere yakalayacan böyle fırsatları bunları atmak lazım” demesine kadar net ve berrak hatırlıyorum 96 sezonunu. toroğlu sana 15 yıl sonra cevap veriyorum : 4 -5 tane kadar yakalıyorduk.
ama yazmayacam 1996’yı..gençlebirliği deplasmanında tayfun korkut’un kaleci gibi topa elle dokunmasına verilmeyen penaltı vardı can sıkıcı ama van kadar can sıkıcı değildi o da..
ne beşiktaş gibi 3 sene üst üste şampiyon olduk milne’yle ne fenerbahçe gibi tuncay çıktı anelka girdi ne de galatasaray gibi uefa kupası alık..bırak uefa kupası almayı en büyük zaferimiz ” aman victor ne yaptın” cümelsindeki bir ukraynalıyla son bulmuştu.. ingilizlerin villasını yakmıştık sadece orhan’la.. galatasaray’ın çeyrek finaldeki skorlarını ilk turlarda bodo glimit, la valetta gibi takımlara karşı alabildik en fazla.. zorunda değildin o takıma aitsin arkadaş bu kadar basit..çün
kü öyle hissediyorsun, çünkü başka hiçbir şey seni o kadar mutlu edemedi..
geriye dönüp baktığımda ” hiçbir şey seni o kadar mutlu etmedi” cümlesine daynarak söylüyorum çok da mutlu olmadık.. ezel eyşan’a, trabzonspor’da bize gül bahçesi vaadetmemişti…
çok mutlu olamadık dedim de, şöyle düşündüm de trabzonspor’u çıkarınca geriye pek de bi şey kalmıyor aslında.. bir kulübün senin neredeyse tüm sevinçlerini oluşturması nereden baksan ne kadar boş yaşadığını gösterir mi bilmiyorum..
yazıp yine toparlayamadığım yazıya yine kendimden yaptığım bir alıntıyla nokta koymak istiyorum
“trabzonspor’lu olmak en fazla drogheda united‘lı olmak kadar ayrıcalıktır ve drogheda united’lılar dünyanın en ayrıcalıklı insanlarıdır” – ramos lineker
yolu sevgiden ve emniyet evleri’nden geçen herkesle görüşmek üzere…
son söz: burada size rum, hamsi, gece 12 gibi laflar söyleyen dahili ve harici bedhahlarınız olacaktır. siktir edin.