TRABZON TRANSFER GÜNLÜĞÜ VE DEĞİŞMEYEN PARADİGMA

Bir ön notla başlayalım… Bu yazı Ekşi Sözlük’de Ramos mahlası ile yazan  çok değerli bir yazarın yazısıdır.

 

Futbolda transfer; yapılanı, yapılmayanı, yanlış yapılanıyla her zaman çok heyecanlı olmuştur ve bu önermenin bu topraklarda yaşayıp Juninho, Ginola, Stoickov, Tsimbalar’ın transfer haberleriyle heyecanlanan hemen her taraftar için doğru olduğu kabul edilebilir.

Birçok değişkenin yer aldığı transfer dünyasında en büyük kulüpler dahi yanlış kararlar verirken Trabzonspor’un da bu yanlışlardan nasibini almaması olmazdı tabi ki, hem de en Trabzon’a has metodlarla..

Trabzonspor ve transfer ilişkisi her zaman ilgi çekici olmuştur ama en bilineni, hepimizin artık malumu olmuş ve sarkastik hale dahi gelen ‘İstanbul’da balık yedirdikten hemen sonra imza işlemleri tamamlanıp Trabzon’a götürülen futbolcular’. Ama bu artık yapılamıyor. Çünkü Gürcü Amisulashvili bile batının iyi yönlerini ve teknolojisini alıp, gelmeden interneti kullanıyor şehir hakkında bilgi almak için. Söz konusu bu futbolcuların mağduriyetlerini yine gelişen teknoloji gidermiş, artık hiçbir futbolcu google’a ‘Trabzon’ hatta birazdan da ayrıntılı olarak geçecek transfer hikâyesinde de göreceğiniz üzere ‘Trabzon Nights’ yazmadan gelmiyor Trabzon’a.

Görsellerden karşısına çıkan limanı görüp kabul edeni Mierzejewski oluyor, görmezden geleni ise Nikica Jelavic.

Tabii ki Trabzonspor ve transfer ilişkileri bu naiflikte seyretmiyor her zaman;

Nemsadze

90’lı yılların ortasında Trabzonspor yönetimi bir ilke imza atıyor ve normalde memurlarda görülen becayiş sistemini futbola getirerek, ‘Şota ve Arçil’ ile ‘Beradze ve Katchorov’ yer değiştiriyorlardı. Bu olay da böylece, benim gördüğüm; Trabzon’a gelip kuymak, hamsi, turşu ne bulduysa yiyip hiç resmi maç oynamadan giden Vyaçeslav Lıçkin dâhil, en garip transfer hikâyesi oluyordu.

Yine 90’lı yılların ortasında Gürcü futbolu bile kendine inanmazken Trabzonspor Gürcü pazarına yönelmişti, Şota ve Arçil’in yanı sıra Nemsadze ve Gocha Camarauli ile Gürcü sayısı 4’e çıkmıştı. Galatasaray’ın Rumen aşısı tutmuş ancak bizim Gürcüler bırakın aşıyı basit bir baş ağrısına bile derman olamamıştı. (Şota hariç)

-Buradan tüm açık yürekliliğim ile ifade edecek olursam; Trabzonspor bir ülke pazarından futbolcu almaya niyet ederse o pazara gerçekten girer ve en az iki oyuncu olmak üzere alır ve gelir, bugün başka kulüplerimiz de dahi görülen bu alışkanlığın uzantıları işte ta o döneme rastlar-

Trabzonspor-transfer ilişkisi garip olduğuna dair kimsenin kafasında bir soru işareti yoktur sanıyorum artık.

Lange

Takımın başında kurt hoca Milne’nin olduğu 98 senesinin devre arasında, takımın savunmasını toparlayan Rada gönderilmiş, normal olarak hepimizin gözleri yapılacak olan yeni stoper transferine çevrilmişti. Çünkü Trabzonspor yabancı kontenjanını açmak için yollamıştı Rada’yı. Ama yönetimin futbola bakış biraz farklıydı ve sol bek Tansel’i almışlardı, o zamanlar joker oyuncu kavramı henüz gelişmemişti. Gelişmiş olsa da zaten Tansel, kendi mevkiisinde bile becerip oynayamayan biriydi. Tamam bir Taribo West beklemiyorduk ama Avusturya vatandaşı sol kenar oyuncusu Tansel’i almak neydi? Bunu da sorgulamamayı öğrenmiştik.

2000’li yılların başında ise, Trabzonspor yönetimi, -anladığımız kadarı ile- Ajax modelini uygulamaya karar vermiş ve Gana, Nijerya gibi ülkelerden alt yapıya yetenekli gençleri transfer etmeyi düşünmüştü. Ve hemen bu doğrultuda Augustine James, Patrick Villar gibi gençler transfer edilmişti. Ancak Ajax modelini de biraz yanlış anlamıştı yönetim çünkü sadece bulup alt yapıya getirilmişti bu gençler ve sonrasında ne yapılacağını kimse bilmiyordu, nasıl A takıma hazırlanacakları konusunda kimsenin bir fikri yoktu, bence bu gençler muhtemelen hala ordalar. Bunu sizin için araştıracağım.

2000’li yılların başı deyince aklıma 2000 senesinin yazı geldi, normalde Karadeniz’de yazlar ılık ve yağışlı geçerdi ama o yaz, küresel ısınmanın iyiden iyiye hissedildiği bir yazdı. O sıcak havada evde oturmuş Tour de France’i takip ediyordum demek isterdim ama evde oturmuş kurt jokey Süleyman Akdı’yla tek attığım Sunday Surprise’ın 5. ayakta gelmesini bekliyordum tabii ki. O sıra gözüm babamın 5110 almak için kuponlarını biriktirdiği Star gazetesine takıldı, babam tam bir Trabzonspor aşığıydı ve son olarak “Trabzonspor’da Bakayoko Seferberliği” haberini okuyup gitmişti. Kaldığı yerden devam ettim ve uzun bir aradan sonra çok heyecanlanmıştım, genelde ismi İbrahim ile başlayan yabancılar iyi oluyorlardı; İbrahim Ba, İbrahima Bakayoko, İbrahima Yattara, İbrahim Sunday, İbrahima Toraman vs.. Bakayoko iyi olmalıydı, artık Bakayoko ile yatıp Bakayoko ile kalkıyordum ve hemen her gece Öztürk Pekin’li transfer dosyasını takip ediyordum. Ancak her seferinde Beşiktaş haberinden sonra bültenlerine son veriyorlardı. Bakayoko heyecanı ne kadar sürdü hatırlamıyorum ama en son Mehmet Ali Yılmaz yüksek bonservis bedeli nedeniyle transferinden vazgeçtiklerini açıklamış ve ardından 14 milyon Mark karşılığında Lange’yi takıma kazandırmıştı. 14 milyon Markı düşününce, sanırım Marsilya Bakoyoko için Trabzon limanını istemişti..

Lange her yüksek maliyetli oyuncunun maruz kaldığı baskılarla henüz hazırlık kampında tanışınca “hava çok sıcak, alışık olduğum iklim tipi değil kış gelsin gollerim de gelecek” açıklamasını yapmıştı. Biz, sırf Lange için stadı Ardahan’a bile taşıyabilirdik ama yönetim o kadar bekleyemezdi ve hemen forvet transferi için en azından kışa kadar geçici bir forvet için düğmeye basmıştı. O yıllarda Trabzonspor futbolcu izleme komitesi maçları televizyondan izliyordu, Teleon ve maç özetlerini kâfi derecede izledikten sonra Löbe’ye alınsın raporu verdiler. Hatırlamayan okuyucular için; Aleks Löbe tip olarak, Işığın Yansıması’nın ‘Harbe Giden Sarı Saçlı Çocuk’ şarkısındaki sarı saçlı çocuktu ve kanayan yaraya o da pansuman yapamayınca, Oktay Derelioğlu gelmişti. Oktay için eve dönüş yolundan önce son çıkış Trabzonspor olmuştu, sırasıyla Löbe, Lange’yi, Oktay da Löbe’yi kesmişti. Garip bir seneydi ve sürprizlerin arkası kesilmiyordu; Büyük İskender’den bu yana sürekli hareket halinde olan Makedonların son oyunu Serafimovski idi ve biz de bu oyuna gelip oyun kurucu diye Serafimovski’yi almıştık ve Kurt jokey Süleyman Akdı, Sunday Suprise’ı 5. ayakta getirmişti.

Salazar

2001 yılına gelindiğinde Trabzonspor geçmişteki hatalarından ders almıştı ve yeni bir modelin üzerinde çalışma yapıyordu; ‘FC Porto Modeli’. Evet Ajax modelinden beklenen verim alınamamıştı ama bu bizi yıldırmamalıydı, bu yeni model için derhalçalışmalara başlayan Özkan Sümer, Güney Amerika’ya gitti; düşük maliyetli Luis Fabiano, Deco, Diego, Anderson, Falcao gibi oyuncular bulmak üzere.Bu adamların çoğu o yıllarda yoktu ama Porto, ‘Porto Modeli’ sayesinde bulmuştu onları, Özkan Sümer havaalanına indiğinde yanında kilo işi aldığı Brezilyalılar ve Peru’lu Salazar vardı, işte böyle başlamıştı Marco Aurelio, Robson da Silva, Jarro ve Eduardo Suisso’nun hikayeleri.

Fakat ilginç olan, evet Özkan Sümer bu adamları bulup alıp getirmişti, ama lisansları yoktu, yani adamları fiziken alıp gelmiş Özkan Başkan. Çünkü 2 ay hazırlık kampında bulunan bu oyuncuların lisansları ligin açılış maçı olan Beşiktaş maçına son dakikada yetiştirilmişti, şaka gelecek biliyorum evet, adamları almışlar ama lisansları yok, durum bu. Hatta Eduardo’nun o gün kadroda olmayışı spor gazetelerinde “köyü uzak olduğu için evrakları yetiştirilemeyen Eduardo ise maç kadrosunda yer alamazken diğer Brezilyalılar kendilerine kadroda yer buldu” şeklinde geçecekti. Köylü milletin efendisi olsaydı eğer o gün, o Eduardo bir şekilde o kadroya alınırdı. Hala bunun şaka olduğunu düşünen okuyucularımız olacaktır, olmasın. Ne yazık ki bu transfer hikâyesi de tamamen gerçektir.

Trabzonspor’un FC Porto modeli de bu şekilde başlamadan nihayetleniyordu, çünkü hiç Macit Güven – Cem Beceren’li Porto savunması olur mu? Olmaz. Ama temel sorun bu değildi. Sorun Trabzonspor, Porto değildi. Zaten Da Silva da Fabiano değildi. Ha zaman verilse olabilir miydi? Olamazdı, vizyonsuz bir adamdı, Elazığ’a kaçmıştı Trabzon’dan. Şükür ki kaçan balık bu sefer küçüktü.

Sonuç olarak Trabzonspor yönetiminin uyguladığı bu modelle takım düşmekten son anda kurtulmuştu. Ve sırada artık, bu yazının konusu olmayan ama bir sonraki sezon, yılların klişesi olmuş ‘Trabzon özüne dönmeli’yi uygulatıp, Selahattin ve Hüseyin Çimşir transfer edilmesi hamleleri vardı. Samet Aybaba’lı, Mustafa Yalçınkaya’lı, Türkiye Kupa’lı bir yıl böyle başlayacaktı. Porto modelinden ‘bizim uşaklar modeli’ne geçişi sonunda, Hasan Üçüncü-Selahattin-Hüseyin-Tayfun Cora-Gökdeniz-Fatih Tekke-Ali Şen Kandil-Mehmet Yılmaz gibi Trabzonlular takımı iki sene içinde şampiyonluğa oynatacaktı. -ya aslında bunlardan sadece Fatih-Gökdeniz ikilisi oynatacaktı ama feci gaza geldim-

Trabzonspor’un transfer hamleleri içinde yer alan birçok futbolcu sayabiliriz böyle, erkek güzeli Karel D’haene, kızıl saçlı kontenjanından Sommers’in yerine alınan ancak keşke Çocuklar Duymasın’dan Havuç’u alsaydık dedirtecek kadar rezil bir performans sergileyen Bernd Thijs, büyük ihtimalle futbolcu olmayan Adrian Djokaj vs..

Ancak transfer deyince birçok değişken olduğundan onları da incelemek lazım.

Örneğin şehir mevzusu;

 

Bizler şehri bir türlü futbolcular tarafından beğenilmeyen bir takımın taraftarları olarak bu durumun biraz abartıldığını düşünüyoruz aslında. Öyle ki doksanlı yılların sonunda Trabzonspor’un transfer teklifini kabul etmeyen Wilson Oruma bile şehri beğenmediğini belirtmişti. -İşte renksiz gece hayatı falan bahanesiyle-  Ancak ilginç olan; Oruma o dönem Samsunspor’da oynuyor ve şehr-i Samsun’da yaşıyordu. Hatta bir keresinde Da Silva da Elazığ’a kaçmıştı. Değişik fikirleri olan oyunculardı. 

Dediğim gibi zaman sonra bu şehir konusu koz gibi kullanılır oldu, yönetim alamadığı futbolcu için, futbolcu gelmek istemediği için koskoca şehrin kaderiyle oynadılar. Hem de liman şehriydi Trabzon, liman işçilerinin şehriydi, tek eksiği Mersey deresiydi ‘Merseyside blue’ olmak için. Bu niye kullanılmıyor hala aklım almıyor.

Yapılamayan transferlerin yapılanlardan çok daha heyecanlı olduğu gerçeği var bir de;

Aslında Trabzonspor her zaman aldıklarıyla değil alamadıklarıyla konuşulmuştur. Bizler, “öte yandan transfer çalışmalarına hız veren Trabzonspor’da Herrlich’in transferine bitti gözüyle bakılıyor” haberleri ile yatıp, Murat Bölükbaş transferiyle uyanmış insanlarız. Kahvaltı için ekmek almaktan dönerken ömrümün en uzun, ömrümün en kısa ömrümün en Trabzonspor yolunda Herrlich oluyordum ve ben de gelmiyordum Trabzon’a, şehri gezip soluğu havaalanında alan Rekdal gibi.. Luc Nilis – Herrlich forvet hattı hayallerim sarelleli ekmek yediğim kahvaltı masalarında Murat Bölükbaş – Çetin Güner kuru ekmek-soğan gerçeğine dönüşüyordu.

Bizler Galatasaray’ın Hagi’yi aldığı Barcelona’dan Seyit Cem’i alarak yabancı sınırlamasına gönderme yapmış insanlarız, bizler Victor Shaka’lı Nijerya mili takımını izleyememiş insanlarız ki belki de Shaka Nijerya’lı bile değildi. -Bize ‘Nijerya milli takımın vazgeçilmezi Ikpeba bile bunun yedeği’ diye satıldı-

Ve Yanlışlıkla yapılan doğru transferlerden birine en iyi örnek;

Özkan Sümer’in gidip defalarca izlediği Yattara’yı bizlere gol makinası diye tanıtması ve yine Trabzonspor tarihinin en iyi kanat oyuncusunu transfer etmesi.

Bir diğeri de Gustavo Colman. Hikayesini yanlış hatırlıyor olabilme ihtimali şerhini koyarak ibretlik bir transfer olayı olduğunu paylaşmak isterim; o gün Colman’ın oynadığı takım olan; Beerschot AC’nin maçını izlemeye giden Trabzonspor Transfer Komitesi..

Diye başlayacak olsam bunda hiçbir enteresanlık olmazdı. Ama peki ya o gün Trabzonspor Scout’larının Beerschot AC’nin rakibi olan ve şu an ismini bilmediğimiz bir takımdaki başka bir oyuncuyu izlemek için oradalardı, desem sanırım bu noktada artık hiçbiriniz bir şaşırma emaresi göstermez.

Benim, kişisel favorim; ‘Takımdaki eksik bölgeleri belirleyip eksik olmayan bölgelere yapılan transferler’ konusu da var bir de  tabi ki;

Nuri Albayrak döneminde takımda inanılmaz bir hücum oyuncusu eksikliği dikkat çekiyordu. Forvet olarak sadece Umut Bulut ve Ersen Martin vardı. Albayrak yönetimi de takımın içindeki eksikleri tespit ettiklerini en kısa zamanda gerekli yerlere takviye yapacaklarını, bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerektiğini belirtip hemen sağ bek Jabi’yi almışlardı. Jabi, aldığı ücretle takımın içindeki dengeleri bozmak bir yana ikili mücadelelerde İlhan Parlak’ın bile dengesini bozamıyordu.

Yine zamanında Maciej Zurawski pahalı gelince alternatif forvet oyuncuları için Lemi Çelik, Brezilya’ya gönderilmiş o da kaleci Jefferson ile defans Eller’i alıp gelmişti. Bırakın forvet almaya gidip kaleci ve defans almasını -o dönem 3 ay kalmıştı Brezilya’da- Brezilya’dan hediyelik ‘Coritiba Pişmaniyesi’ alsa kimse şaşırmazdı. Dediğim gibi Lemi ilginç bir adamdı. Zamanında sürpriz goller atardı ve bunların hemen hemen hepsi normalde sağ kanattan kendisinin yapması gereken ortalara vurduğu toplarla olurdu. Garip bir mizah anlayışı vardı.
Bu konudaki en güzel örneklerden bir diğeri için;

Çok da gerilere de gitmemek lazım aslında geçen sezon başını hatırlıyorum, transfer komitesi tüm yaz dönemini forvet arayarak geçirmişti. Sırasıyla Jelavic, Lewandowski, Pantelic, Dragan Mrdja, Benteke, Altidore gibi isimlerle görüşülmüş ama beklenen transfer gerçekleşmemişti. Ara sıra başkan çıkıp “kimse merak etmesin en iyisini alacağız” diye taraftarın gazını alıyor, Şenol Güneş forvet ihtiyacını her fırsatta dile getiriyordu. Derken bir gün forvet transferi gerçekleşti. Haber düştü gazetelere, başkan çok kaliteli bir forvet aldıklarını ekliyordu üstelik; garip gelecek ama Jaja forvet değildi. Tüm yaz statik – dinamik – normal forvet demeden forvet  aramış bir transfer komitesi forvet diye Jaja’yı alıyordu, yine garip gelecek ama bu transfer Trabzonspor tarihinin en iyi ofansif orta saha transferi oluyordu..

Çarpıcı olan ise aslında takımın forvet ihtiyacının olmadığı hatta takımın tek eksik noktasının Jaja’nın oynadığı nokta olduğunun anlaşılmasıydı. O dönem iyi ki bu eksikliği tespit edip oraya adam almamış olduğumuz için şükretmiştik. Çünkü daha önce de ofansif orta saha almaya gidip, Kalitvintsev’i, Serafimovsk’yi, Misse-Misse’yi almıştık, garip gelebilir ama forvet alalım derken yanlışlıkla tarihimizin en iyi yabancılarından birini almıştık böylece.

Ancak buradaki esas soru şu; ‘Jaja geçen sezon 82 puan toplayan takımın orta alan hücum hattı arasında Selçuk İnan’ın deyimiyle tek başına köprü görevi görüp takımın oynamak istediği şablona direk oturmuştu, hücum anlamında Selçuk ve Colman’a pek fazla görev dahi düşmemişti Jaja sayesinde. Ama bu planlanmamış bi durumdu çünkü oraya Pantelic de gelebilirdi. O zaman kim sağlayacaktı o bağlantıyı?’ –esas soru olduğu için uzun tuttum-

Yanlışlıkla yanlış mevkiiye yanlış sisteme en doğru adamı almaktı Trabzonspor, eksiği ile fazlası ile tam tamına buydu ve tarihinin en başarılı 2. Sezonunu -82 puan- bu yanlış transfere borçluydu ve sezon sonunda tam da beklenildiği üzere kendisi ile de yollar ayrılıyordu.

One comment
  1. Güzel yazı, Türk futbolunda transfer politikası kısa vadede değişmeyeceği kesin.Aynı hatalar her sezon tekrarlanacak.

Bir Yorum Yazın