ŞEN OLA TRABZON ŞENOLLA

En son elde edilen 1983-1984 Türkiye ligi şampiyonluğu‘ndan sonra, her yıl birer birer sayıları artan o şampiyonluk görmediğimiz yıllar vardı ya, işte ben o senelerde hiç bir zaman ümidimi kesmedim, hep bekledim nasıl olsa bir gün gene oluruz diye. Şimdi düşününce, ne çabuk geçmiş dediğimiz o senelerde nice kadrolar değişti, nice hocalar geldi gitti; hani çok iyi takip etmeyenler veya o seneleri hatırlamayanlar sadece 96’da kaybedilen şampiyonluktan bahseder, herkes o sene var bir tek sanır, ama başka bir çok seneler de oldu şampiyonluğa yaklaştığı Trabzonspor’umun. Braems, Leekens, Briegel, Samet, Ziya, Ersun ve aklıma gelmeyen niceleri geldi ve gitti takımın başına. Bazen iyi idiler, bazen kötü idiler, kupalar kazanıldı, yeri geldi son haftalara kafa kafaya girildi ama bir türlü ligde mutlu sona ulaştıramadılar. İşte, o her bocalandığında hep Şenol Güneş geldi gitti takımın başına, kimi zaman apar topar, en iyi ilaç odur bu takıma diye, kimi zaman içimizden biri olsun diye, kimi zaman ise, gerçekten onun dışında bu takıma başarıyı getirecek başka kişi olmadığına inanıldığı için. Ama olmayınca olmadı işte, hep direkten döndü bordomaviler ve ben yıllar içinde giderek artan bir zayıflıkla; içten içe Şenol Güneş olmadan gelecek bir şampiyonluk olmasın dedim, istemedim bir türlü derinde bir yerlerde. Bu arzu ve ateş büyüdükçe de hep bir aksilik oldu. tam bu sefer oldu derken gene birşeyler ters gitti, gene takımın başından gitti ve her seferinde tamam bu sefer sondu sanırım artık Şenol Güneş gelmez bir daha geri diye.

Zayıflık dedim ya, bu zayıflığı nasıl tarif edebilirim onu da bilemiyorum. yani onsuz olacak bir şampiyonlukta çok büyük bir eksiklik hissetmek; Trabzonsporluluğumla bağdaşmayan, olması gereken ideal bir taraftara belki de yakışmayan ama benim için de bir o kadar Trabzonsporlu bir düşünce tarzıydı.

Niye ısrarla Şenol Güneş peki, düşünüyorum, şöyle bir geçmişime gidiyorum; çünkü benim çocukluğumun idolü o idi. kaptan ve kalecisi idi Trabzonsporun ve zamanında A Milli Takımın. Hani Hıncal ve Haşmet’e ithafen dediği gibi o milli takımın kaptanıydı, daha onlar spordan uzak bir magazin habercisi iken. Ağabeyiydi takımın; Trabzonspor’un cezası yüzünden Ankara’da oynanan Kaiserslautern Avrupa kupası maçında çıkan olaylarda tek başına taraftarları o yatıştırmıştı. Henüz 1982’de Dünya şampiyonu olmuş İtalya’nın milli oyuncularından kurulu efsane İnter’e hem Trabzonda hem de orada tek başına set çekmişti. Bunları ben çocuk aklımla radyodan dinlerken Şenol gözümde ve kalbimde büyüdükçe büyüyordu. İtalya’da ki o meşhur İnter Milan ile oynanan rövanş maçında, İtalyan oyuncuların elenme riskini hazmedemeyip gol atamayınca olaylar çıkarıp kafasını yardıklarını ve kafası sarılı maça devam ettiğini anlattığında spiker ben gözleri yaşlı dinliyordum olanları radyo başında. Zaten o aralar radyoda ne maçı olsa Trabzonspor’un spiker her Kaptan kaleci Şenol dediğinde ben çok başka dünyalara dalıyordum.

O yıllarda İstanbul gazetelerinin spor sayfalarında nadiren çıkan resimlerini keser biriktirirdim. Hatırladığım iki Lig şampiyonluğu kupası da onun ellerinde yükselmişti. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Türkiye kupaları hep onun elinde idi.

Sonra gelen jübilesi ve onsuz geçen kalecisiz yıllar. Belki Şenol’dan ötürü, futbolda ön planda tuttuğum isimler de hep kalecilerdi; Zoff, Arconada, Pfaff, Dasaev; bunlar aynı zamanda takımlarının liderleri veya kaptanları idi. Hatta bunlardan B.münih ve Belçika’nın efsane kalecisi Jean-Marie Pfaff trabzonspor’a gelmişti. O dönemler için çok ama çok büyük transferdi; ama dedim ya, Şenol vardı hep sembol olarak kafamda, o yüzden benim için “Trabzonspor ve Pfaff”, bana “Trabzonspor ve Şenol“‘un verdiği heyecanı vermemişti.

Sonra Şenol Güneş’in teknik direktörlük kariyeri başladı, kimilerine göre başarısız bulunan o ilk Trabzonspor denemesi ardından Boluspor, Antalyaspor, İstanbul derken Trabzonspor’un başına tekrar dönüşü… Hami, Şota, Ünal, Orhan, Ogün, Abdullah, Tolunay’lı efsane kadro ve tam oldu olacak derken gene olmadı, üstüste ikinciliklerde kaldı takım ve o talihsiz ’96 travması yaşandı. Kimileri Şenol’a hala kızar o maçta hani o 5 mayıs 1996 tarihli Fenerbahçe maçında takımı hücum oynattığı için, ben ise o an bile kızamadım çünkü o kadar ezici bir top oynuyordu ki o gün Trabzonspor, resmen binde bir olacak olan oldu ve Fenerbahce tek bir atak yaptığı maçtan Aykut ve Oğuz’un golleri ile 2-1 galip gelip şampiyonluğu kazandı. Büyük bir yıkım oldu Trabzonspor camiası için o sene. Benim için de tabii, ama kızamadım işte hiç, olacağı varmış dedim, işin trajikomik olan kısmı ise Fenerbahçe’ye o şampiyonluğu da o maçtaki muhteşem performansı ile ileriki senelerde kaptanlığını da yapacak olan gene bir kaleci olan; Rüştü Rençber‘in getirmesi idi.

Sonra milli takım hocalığı faslı başladı Şenol Güneş’in. Ve başladığı andan itibaren bazı kalemlerden yaylım ateşi: Kaleciden hoca mı olurmuş? Hiç karizması yokmuş! saçının kesimi, kuşamı, tarzı uygun değilmiş, miş miş miş! Mütevazıliği biraz kenara bırakıp biraz şov peşinde koşsa idi başkaları gibi, daha doğrusu karakteri izin verip yapabilse aslında; hakettiği ilgiyi ve “İmparator” manşetlerini belki o sıralarda da görebilirdi ama o kendinden ödün vermedi ve sonuna kadar işine kendi bildiği şekilde devam etti, içimdeki çocukluktan gelen o sevgisini kat be kat arttırıp bir yandan da sonsuz bir saygıya dönüştürerek. Sonrasında 2002 Dünya kupası’nda gelen hayal gibi bir dünya üçüncülüğü ve hemen arkasından ertesi sene 2003 Konfederasyon kupası’nda gelen dünya üçüncülüğü. Dünya’da yılın teknik direktörü seçildi, ama gene de olmadı, gene de bazı çevreler kabul edemediler, onun bu başarıdaki payını görmek istemediler. Yaylım ateşi devam etti: yok efendim, neymiş; “şansı varmış”, “Galatasaray’ın Uefa kupasını alan kadrosuymuş zaten milli takımın iskeleti”, “Avrupa’dan hiç bir takımla oynamadan yarı finale çıkılmış”, “Zaten Brezilya’yı da 2 maçtada yenememiş” miş, mış, mış, mış… Evet, evet tabi ya, halbuki biz yıllardır futbolda Brezilya’yı hep yeniyorduk! Şimdi de yendiğimiz gibi.

İstanbul’da doğup büyüdüğüm için pek Trabzonsporlu arkadaşım olmamıştı çocukken, sevmezlerdi de Trabzonspor’u ve oyuncularını da ama, artık yıllarca İstanbul basınının ağzıyla gelip, bana karşı her fırsatta Şenol’u kötüleyen, onun futbolculuğun ve teknik adamlığını küçümseyen Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Galatasaraylı arkadaşlarım bile biraz işin rengini ayırt edip kendisine saygı duymaya başlamıştı, Kazandığı başarı aslında öyle büyüktü ki, başka biri o başarıyı elde etse kendisinin Taksim’e heykelinin dikileceğini, İstanbul medyasının ona karşı olan ikiyüzlülüğünü az çok görebiliyorlardı ve Milli Takımdan sonra artık tamamdı, Trabzonspor’un başına dönmesi ve şampiyonluk için herşey hazırdı. Bu sefer de Fatih, Gökdeniz, Szymkowiak, Yattara, Hüseyin ile gene sağlam bir kadro kurulmuştu. Fakat bu sefer de olmadı, ve bir kaç şanssızlık üzerine gene olmadık olaylar ile onu küstürdüler. İstanbul’daki insalardan dert yandım, ama Trabzon’dakiler de çok farklı değildi belki de, belki de insan olan hepimizin içinde var kadir kıymet bilmemezlik. Neticede Trabzon’da bile bir kısım insan onun başarılarını ve bu takım için ne anlama geldiğini unutmuşcasına onu eleştirmeye başlamıştı gene. Ve bir noktaya geldi, artık ben kendi çevremdeki bazı Trabzonspor seyircisine Şenol Güneş’i savunmaktan yorulmuştum ki, o da herhalde gına getirdi ve Güney Kore yolunu tuttu.

Ve ben ve benim gibiler gene beklemeye başladık, bu sefer de güneş doğudan yükselecek diye bekledik, bekledik, gözüm hep Kore liginde ne yaptığındaydı ve geri gelirdi, yok artık bir daha gelmezdi, gelirdi derken o devirde bitti, günler çabuk geçti; oradan da alnının akıyla ve Güney Koreli futbolseverlerin gönüllerini fethederek döndü.

Ama gerçekten uzak doğu felsefesinin etkisi mi? yoksa biz mi öyle görmek istedik, ama artık kendini tamamen yenilemiş, güveni tam ve hala aynı mütevazi çizgisinde, futbol adamlığından öte artık düşüncelerini ve felsefesini de iyice etrafına kabul ettirmiş bir Şenol Hoca geldi takımın başına. Yönetimin ve taraftarın da artık ona güveni tamdı. Hani bizim trabzonspor taraftarı gerçekten biraz gariptir, 3-5 maç kötü gitsin gene çatlak sesler çıkar ama o artık bu çatlak sesler ile nasıl başa çıkabileceğini de öğrenmişti ve en güzeli artık başkan da dahil çoğunluk O’nun Trabzonspor için en iyi çözüm olduğunun sonuna kadar farkında idi. O ise hala aynı çizgisinde, bu destekten şımarmadan seyirciye, oyunculara, rakiplere verdiği mesajlarda hep ölçülü, hep dengeli, hep güzeldi.

Bir de aramızda hala sayıları azımsanmayacak miktarda, Şenol Güneş’e geçmişten gelen kinlerini kusan bazı yazarlar ve bazı futbol adamları vardı ki, Selçuk Yula ve benzerleri gibi, onların kendileri onun hakkında yazdıkları ve demeçleri ile iyice çamura batarken Şenol’u giderek yücelttiklerinin farkında değillerdi. Neticesinde belki de biraz da onlar sayesinde bu kadar güçlendiğini bildiği için asla onlara karşı abiliğini bozmayan, onlara rağmen profesyonelce sadece işini yapmaya çalışan, kendini misyonuna adamış, elindekilerin farkında, ayakları yere basan ve genç oyuncularını da geçmişten gelen tecrübesi ile oluşacak olumsuzluklardan korumaya çalışan, basit demeçlerle ortalığın karışmasına müsaade etmeyecek bir futbol adamı olduğu için sevenlerinin kat be kat arttığı kişi oldu. tabii ki kimse kusursuz değil ama o yaptığı hataları farkına varabilen, kabul edebilen nadir spor adamlarından bu ülkede.

İşte bu yüzden Trabzonspor ve Şenol Güneş.

Not: Bu yazıyı 2010 senesi sonrası yazmıştım, 2011 senesi için de temenni de bulunup. Bir kaç düzeltme yaptığım üzere, aradan geçen sürede bakıyorum da, çok şükür, 2010’dan sonra 2011 senesi de onun senesi oldu futbolda. Tarih olanları yazdı sen merak etme Şenol Hoca’m. Umarım bundan sonraki senelerde de devamını getirirsin ve bu sene mücadele edeceğin, bileğinizin hakkı ile katılmayı başardığınız Şampiyonlar Ligi’nde kendi ve Trabzonspor’unun ismini yeniden altın harflerle futbol tarihine yazdırırsın.

Son olarak, ne olursa olsun, bilmeni isteriz ki; 35 yılı aşkın süredir bize bu gururu; hem sahada hem kenarda; her görev verildiğinde sonuna kadar yaşattığın için en içten duygularımızla çok teşekkür ediyoruz. Sevenin, sevmeyenin; kim ne derse desin, ne olursa olsun; uzun yıllar daha “Şen ola Trabzon Şenolla” her daim söylenecek bordo mavili gönüllerimizde.

Bir Yorum Yazın