Adam, çok zengin. Eşi çok güzel olmasa da, paranın yardımıyla göze hoş gelecek şekilde dolaşabiliyor. İşler de ‘fena değil’in üzerinde oldukça iyi. Eee malum, hem bürokratik, hem siyasi çevrenin de bu güzel para kaynağında bir katkısı var tabii. Can sıkıcı durumlar olmuyor mu? Olmaz mı? Özellikle, işçilerinin sendikal haklarını savunan bir gazete canını sıkıyor fazlasıyla. Bir işçi bu kadar hakka sahip olmamalı. İşçi hakkı, hukuku mu? Ne alakası var! Üstelik, bir işçinin bu kadar hakka sahip olması gerektiğini bir gazetenin köşe yazarı hiç savunmamalı! Bu gazete kapatılmalı…
Gel zaman git zaman, işler o kadar iyi gitmez. Fena değilin de altında, çok kötü gider hatta. Karısı boşar, metresi bırakır, fabrikası kapanır ve meteliğe muhtaç halde gazete parası yokken denk gelir gazete bayii’nin vitrinindeki bir gazeteye. Hatırlamaz olur mu! İşte yine o gazete! Ama o da ne? Bu sefer gayet mantıklı yazıyor… Hele ki yıllardır kızdığı o köşe yazarı çok geliştirmiş kendisini, eskiden olmazdı ama şimdi kesinlikle katılıyor yazara; yazı ile arasında bir vitrin camı olmasına rağmen. Tabii ya! Tabii ki işçilerin belirli hakları olmalı, bu dünya hep zenginlerden ibaret değil ya. Sonuçta kendisi de meteliksiz ve meteliksiz diye dünya onu yok sayamaz! Bu gazetedeki bu yazar, kimsenin diyemediğini diyor. Helali hoş olsun.
E tabii dünyanın başı tartışmalı, sonu da yok diyorlar. Zaman yine gidip gelirken, yine zengin oluveriyor adam. Belki başka bir metresi bile vardır… Fabrikası yine var ve sürü ile işçisi. Sıcak koltuğunda otururken denk geliyor yine aynı gazeteye… Eee yok artık yahu! Bu kadar da işçi hakkı olmaz ki, bu yazar ne güzel düzelmişti. Şimdi yine sapıtmış!
Aziz Nesin’in güzel bir hikayesinden uyarlamamdır yukarıdaki. Ee tabii ki Nesin kadar vurucu olmaz ama derdimi anlatabileceğim kıvama getirir merakla bekleyeni.
Resim,Medya Trabzon sitesinden alınmıştır
Oktay Saral’ın, şike davası hakkında Trabzonspor ile ilgili son söylemlerine bakıldığında yazmamak elde değildi. Tabii ya, herkes konuşuyorken, bazen yazmak gerekliydi. Metin metin incelemek gereksiz, sadece çelişkilerinden bahsetsek yeterli.
Saral; Trabzonspor’u çok önemsediğimizi, hatta bu önemseme yüzünden Trabzon’un çok geride kaldığını belirtiyor. Tamamen iyi niyetli ve samimiyetini ortaya koymak için, ”Yahu şikeyi biz de yaptık” diyor. ”Futbolu ilahlaştırdık” diyor. ”61’i kutsadık” diyor. ve ”30 yıldır şampiyon olamayan Trabzonspor” diyor.
İnsanoğlu çaresizliklerini kapatmak için masumane cümleler kullanmayı öğrenmişse, bu dünyada ”olmuş” ahirette ”yanmış” demektir. Evet, Oktay Saral’ın söylediği her bir cümle doğru olabilir. Şikenin varlığı biliniyor ve ispatlanamıyorken ”Trabzon da şike yaptı” demesi gayet tartışılabilir olmalı. Ama hangi durumda? Oktay Saral niçin bugün bunu diyor, niçin Ofspor Başkanlığı döneminde buna değinmemiştir mesela? Futbolun ilahlaştırıldığını belirtiyor, kesinlikle doğru olabilir. Ama futbolun ilahlaştırıldığını savunurken, bunun sosyolojik sebeplerine niçin inemiyor mesela? Trabzonsporlu olduğunu belirtirken niçin hala ”30 yıldır şampiyon olamayan Trabzonspor” diyor mesela? Niçin ”2010-2011 şampiyonu Trabzonspor” diyemiyor?
İnsanoğlu nankör olduğu kadar da acizdir. Çaresizliği de bundan süregelen bir olgu tabii. Bu çaresizliği kapatmak için de sosyal tespit yapmak modern zamanın en güzel ”ama”lı cümlesi yani bahanesidir. Oktay Saral da Trabzonspor konusu üzerinde bunun en güzel ve en son örneğini temsil ediyor.
Oktay Saral ”Trabzon da şike yaptı” diyor çünkü şike yapan Fenerbahçe’ye hesap soramıyor. Mecliste dahi. Hesap soramadığı için kendisine tepki gösterilmesine de dayanamıyor, içerliyor ve bir savunma mekanizması çalıştırıyor. ”Futbolu bu kadar ilahlaştırmayın yahu, herkes şike yapıyor, bu kadar büyütmeyin” diyor. Ama ”Fenerbahçe dünyada ders olarak okutulacak bir şikeyi yapıyor, tüm partiler bir olmuş Fenerbahçe’yi savunuyor, benim şehrim ötekileştiriliyor, kimse senini çıkaramıyor ve ben de hesap soramıyorum” diyemiyor. Onu gayet iyi anlıyoruz.
Trabzonspor taraftarını futbolu ilahlaştırmakla eleştiriyor. Ama aynı eleştiriyi kendi başbakanı için yapamıyor mesela. Yüzlerce sayfalık iddianameye rağmen, fanatizmi gözlerini kör ettiği için tuttuğu takıma ceza verdirtmeyen, bunun için UEFA’ya kafa tutan, bürokratlarını devreye sokan, iş adamları ile sponsorluklar bağlatan bir başbakanı, ana muhalefet ve muhalefet liderini, ülkenin önde gelen iş adamlarını, medya mensuplarını ”futbolu ilahlaştırdınız Trabzonspor’un hakkını yediniz” diye suçlayamıyor. Soruyoruz peki sayın Saral’a, ”Biz yenilen hakkımızı arıyoruz diye futbolu ilahlaştırıyoruz da, sizin de bünyesinde bulunduğunuz TBMM ne yapıyor? Başbakan, Muhalefet liderleri ne yapıyor? Onlar ilahlaştırmıyor da biz mi ilahlaştırıyoruz?” Soruyoruz ama cevap beklemiyoruz. Çünkü Saral’ı çok iyi anlıyoruz.
“Otuz yıldır şampiyon olamıyor” diyen Saral, ”İki sene önce hakkımızı gasp ettiler” diyemiyor. Çünkü başbakanı öyle düşünmüyor. Bunu da soruyoruz sayın Saral’a. Sayın Saral; ” Trabzonspor otuz senedir şampiyon olamıyorsa, iki sene önce ne oldu peki? Kim kimin hakkını gasp etti ve siz şehrinizin hakkı için ne yaptınız?”
Bütün bunların ışığında; Oktay Saral üzerinden tüm Trabzonlu, Trabzonsporlu milletvekillerine, bakanlarına parti ayırmaksızın söylüyoruz. Siyasi parti aidiyetiniz o kadar tavan yapmış ki, siyasi partisinden önce tuttuğu takımı önemseyen ve şike yapan takımını, Trabzon şehrini ötekileştirmek pahasına koruyan ve kutsayan liderlerinize ses çıkaramıyorsunuz. Hepinizde mi bu denli siyasi gelecek, makam ve mevkii sevdası var ki, tüm ülke toplanıp mecliste bir şike tutuklusunu aklarken şehrinize sahip çıkmaktan aciz oldunuz bilmiyoruz. Ama bildiğimiz şey, sahip olduğunuz ünvanın adını bilmeden o ünvana sahip olduğunuzdur. ”Milletvekili” halkın sözcüsüdür. Halkına yapılan haksızlığa ses çıkaramayan kişi sadece aldığı para ile milletvekili olabilir.
Yukarıda da söylemiştik pek çok kez. Oktay Saral’a soruyoruz. Ama cevap vermesini beklemiyoruz. Çünkü onu çok iyi anlıyoruz. Çaresiz insan, bahanelerle kendisini avuttukça yaşayabilir. Çaresiz olduğunda, Trabzonspor ile ilgili söylediği bu sözler, Aziz Nesin hikayesindeki, fakirleşen zengini örnekliyor adeta.
Şehrimizden de, insanımızdan da, mücadelemizden de şüphemiz yok. Vicdanımız rahat ve karşımızdaki gücü biliyoruz. Karşımızdaki gücü görüp korkan vekiller ile bakanlar ile de işimiz yok. Bir karıncayız, İbrahim’in atılacağı ateşe su taşıyoruz. İşe yaramayacak diyorlar ama biliyoruz ki kazanacağız. Bir asayız ki Musa’nın tuttuğu… Kızıldeniz’i yaramazsınız diyorlar ama yaracağız. Denizin ortasından gidemezsiniz diyorlar ama gideceğiz, üstelik yüzmeden. Yürüyerek. Boğulursunuz diyorlar, boğulmayacağız aksine kurtuluşumuz olacak. Biliyoruz ki güçsüzüz karşımızdakilere karşı. Ama yine biliyoruz ki, kutsal kitaplar pek çok örnekler verirler güçsüzün güçlüyü devirdiği türden… Düşmanımız güçlü ama biliyoruz ki Firavun kadar değil. Ve yine biliyoruz ki Firavunlar bile korka korka kaybederler.
Saygılar.
Cok iyi yazi. Tebrik ederim.
Teşekkür ederim.
Oktay Saral tarihi bir konuşma yapmıştır. Beyanında ince ince dokunduruyor.İnsanların futbolu ilahlaştırması, toplumumuzun kumarla yozlaştırılması, şike ile ahlaksızlaştırılması ve daha kimbilir nelerin olacağının belirsizliği konusunda bizi düşünmeğe davet ediyor. Oktay Saral ın cesurca olan bu çıkışından dolayı TRABZONLULAR olarak kendisine minnettarız. TRABZON halkını düşünmeğe davet ediyorum..
Asıl putperestler, Paganlar İstanbul’dadır tarihte de hep öyle olmuştur. Gerçek bir şeyler öğrenmek isteyenler buraya bakabilir: https://dikoyna.com/icimizdeki-bizans/
Hayallerde yaşamak isteyenlerse 2 etik kurulundan da mahkemeden de UEFA’dan da alnının akıyla çıkan Trabzonspor’u mesnetsizce karalayan bu şahsa kanıp hakkında 380 sayfa delil olan, taptığı put için devletine polisine saldıran gözü dönmüşleri koruyabilir.
İyi oldu bu. Kimin gerçek Müslüman olduğu, kimin kula kulluk eden putperestlerden olduğu yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor.