Karabükspor – Trabzonspor: Günün Mesajı

Aşağıdaki yazı Adem Yiğit imzası ile  19 Ağustos 2012 tarihinde Medyaspor.com’da yayınlanmıştır.

 

Telefonum çalıyor. Uyku sersemliğini cinnete çeviren bir haldir o an… Sesine doğru uzatıyorum elimi. Hayır, orada değil. Yere düşürünce anlaşılıyor nerede olduğu. Gözüm saate ayarlanmış bir güdümlü felaket tellalı. (Tekini zar zor açabildim.)

-Abi biz yola çıktık. Sen de hazırlan…

-Eyvallah.

-Trafik çok kötü ama bir yolunu bulacağız sen hazırlan, geliyoruz.

-Eyvallah…

Saat 09:16. Eyvallah anlamını yitirmiş zaten. Bırakın beni uyuyayım manasında burada. Olmaz ki. Esat Babaeski’den yola çıkmış geliyor. Hayatını bilseniz, işini falan, Trabzonspor nere, Esat nere dersiniz.

Ama öyle değil işte. Üşengeç üşengeç hazırlanırken -Üşengeçlik ata sporumdur.- Saati 11 ettik, gözlerim birbirini motive edip açılmaya çalışıyorlar. Ayaklarım, ellerim… Arefe günü deplasman? Nasıl motive olsun o ayaklar, o eller… Oluyor işte. Bir yolunu buluyor akıl. Bordodan girip maviden çıkıyor, kandırıyor insanı.

12:20. Saat 6’da başlayan Babaeski-Karabük yolculuğuna Adapazarı’ndan katılacak iki kafadarın gemiye biniş saati. 3 saatlik yol, 6.5 saatte çekilmiş. “Burdan ötesi” diyorum, “açıktır. Burası Adapazarı, yollar düz, geniş. Sıkıntı yok.” Evet, yok. Yok ama sıkıntıdan başka bir şey yok. Karabük’e vardığımızda maçın başlamasına 20 dakika vardı. 2.5 saatlik yolu 4.5 saatte katettik. 34 AE 729 Plakalı siyah mercedes, Allah ondan razı olsun, Trabzonspor’dan daha vefalı çıktı. Peşine takılan bizleri mahcup etmedi.

Maç saat 17:00’da. PFDK’nın, TFF’nin, daha doğrusu hükumetin bize olan nefretini biliyoruz da, inançlara karşı çifte standartlarını dün yaşadık. Güneşin alnında futbol oynanmasını geçtim, %80’i (Anlayın işte) Müslüman bir ülkede, Ramazan ayının son günü, en temel ihtiyacı seyirci, taraftar olan bir spor müsabakasını bu saate koymak en hafif tabirle inanca hakarettir. Dünyanın herhangi bir ülkesinde, böylesi kutsal bir günde böyle eziyet o ülkenin azınlıklarına bile reva görülmez. Sportif Kürtler ya da Sporcu Dağ Türkleri olarak

Trabzonsporlularsa her eziyeti hak ediyorlar bu ülkede. Düzeni sallıyorlar çünkü.

Karabükspor oyuncuları değil ama kulübesi maça motiveydi. Günün ışık saçan ama şanssız ismi Soner’in mükemmel pası ve Volkan’ın şaşırtıcı gol vuruşuyla öne geçen Trabzonspor’a karşı hamlesini hiç bekletmedi. Luton Shelton, oyuna girdikten sonra Serkan’ı çok zorlamaya başladı. Orta sahadan Soner çıktı, yerine sol bek Ferhat girdi. Ferhat sol beke geçti, Sol bekte oynayan sağ bek orjinli Celustka da sağ beke geçti.

Orta saha orjinli Serkan da sağ bekten orta sahaya geçti. Biz taraftarlar olarak hala güneşin alnında, kale arkasındaydık. Oruçlu, yorgun, ama huzurlu. Gurbetçi Gençler gelene, Şenol Güneş birilerine mesaj verene kadar.

Takım içi esneklik iyi bir şeydir. Fakat bu esnekliği kağıt üzerinde denemek, hayal etmek kolay, sahada uygulamak zor. Bir oyuncu, sırf 2. bir pozisyonda “mücadele edebiliyor” olduğu için bu esneklik kuralını zorlarsanız çok şey kaybedersiniz. Trabzonspor’da pozisyonunun hakkını veren oyuncu sayısı zaten ortadayken, bir de pozisyon esnekliği zorlamak… Karabükspor’un Shelton hamlesi, bir başka hücum oyuncusu İlhan Parlak ile devam ederken, Trabzonspor’un bilmediği bir halk oyununa ayak uydurma çabası devam ediyordu. Barış Özbek oyuna girerken, sakatlıktan döndükten sonra “isteksiz, verimsiz, gidici” söylentileriyle taraftarın zihnine potansiyel artık olarak sokulmaya çalışılmasına karşın, oyunda kaldığı süre içinde oldukça iyi mücadele sergileyen Vittek oyundan çıkıyordu. Bu hamle, hem geçen sene Irkçı Emre Belözoğlu ve Irkçı hamisi Federasyona karşı yapılması düşünülen Zokora protestosunu “meseleyi uzatmamak” için saha içine taşımayan Şenol Güneş’in “yönetime mesaj veriyor” olma ihtimali kendi tutarlığı açısından düşük olduğundan, hem de “pozisyon esnekliği olan takım” rüyasından dolayı Barış’ın santrafor olarak oynayabileceği izlenimi oluşturdu bende. Yanılmışım.

Şenol Güneş, geçen yılki duruşuyla bire bir örtüşen, Türk Futbol Tarihine kendi ismi gibi kazınmayacak harflerle yazılacak son derece insani bir protestoyu saha içine yansımasın diye engellerken, geciken transfere karşı hoşnutsuzluğunu hiç çekinmeden saha içinden vermişti.

Yönetimin görevi oyuncu bulmak değil. Takımın teknik direktörü, kendisine bağlı olan ve her koşulda koruduğu Oyuncu İzleme Komitesinin kendisine sunduğu alternatifleri değerlendirir, yönetime raporunu verir ve yönetim de işini yapar. Üstelik bu iş sezon orasında biter, sezon sonuna kadar rötuşlar düşünülür, halledilir. Siz ve size bağlı olan ekipler görevinizi zamanında ve layıkıyla yerine getirmezseniz, kim bilir, belki yönetim de size bu şekilde mesaj vermiştir? (Elbette ki İroni. Yönetimin de hataları var. Geciken transferden ziyade gereksiz yükseltilen beklenti gibi. İsme takılıp kalmak, dünyası Trabzonspor olan taraftara Trabzonspor’a ismiyle değil, cismiyle faydalı olacak isim yetecekken isim peşinde koşmak mesela.)

Karabükspor golünden sonra Henrique hamlesi geldi. Gol malum, Trabzonspor’un durağan maçlarında, hele ki 0-1 önde olduğu maçlarda sık beklenen bir şey. Tolga maçın başından beri tedirgindi zaten.

Acaba iyi hamleler yaparsam, yan toplara iyi çıkarsam milli takımdaki gibi Stopere çekilir miyim? tedirginliği olabilir bu. –Değişiklik esnasında Adrian’ın çok sinirlendiğini belirteyim. Altını çizerek de son derece haklı olduğunu!- Ben Henrique’nin aksayan savunmayı toparlaması için oyuna alındığını düşünecek kadar karışık bir ruh halindeydim o sırada. Hava toplarındaki etkili ismimiz Mustafa da rakip ceza sahasında gol aramaya gidebilirdi. Olmadı. Mesaj üstüne mesaj almaya alışmışken olsaydı şaşırmıştım. Arefe günü binbir meşakkatle gidilen deplasmanda kaybedilen puanlarla ilgili özlü sözler söyleyesim geldi, sustum. Esat haklıydı: Cevat Kol’un, Şenol Güneş’in umrunda olmayan şey, benim neden umrunda olsundu? Allah bizi heyecanını kaybedenler eylemesin yine de.

Sahada maruz kaldığımız düşünsel işkence yetmiyormuş gibi, maç sonrasında bir başka işkenceye maruz kaldık. Bizzat tanıdığım 10 kişiden 9’u oruçlu, çıkmamıza izin vermiyorlar. Polis şefi, yüzünde zorla götürüldüğü “topluluk psikolojisi” derslerinde uyuklarken aklında kalan tek şey olan yalandan bir sırıtışla bizleri teskin etmeye uğraşıyor. Erdal Hoş abimiz yemiyor tabii. Verdiği mücadeleyle dışarı çıkıyoruz. Maç sonunda onu oldukça bitkin gördüm. Çok sinirliydi. O kadar ki, onu hiç bu kadar sinirli görmemiştim. Şunu söyleyeyim, Erdal abiyle savaşa gidilir. Biz yine de İftara gittik.

Saat 22:50’de Adapazarındayım. Esat ve Engin yola devam ediyorlar. Yorgun gibiler. Bende kalmalarını, sabaha karşı yola çıkmalarını teklif ediyorum, kibarca reddediyorlar. Sabaha karşı bir mesaj. “Acaba” diyorum, evim, odam, yatağım mı değişecek? Hayır. Mesaj Edirne’den:

“Ben eve celdum uşağum”.

Bir Yorum Yazın