Yasak meyve yenilir ve düşer gökten iki insan, başlar tüm hikaye baş kahramanlar Adem ve Havva ile.
Yaratılan bu koca evren, bu gökyüzü bu ölümlü dünya ve bir çift insan, hem de yaratıcıları tarafından cezalandırılıp cennetten kovulan ve “Birbirinize düşman olarak inin, size dünyada bir süre kadar kalma ve yararlanma imkanı veriyorum. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz, yine oradan diriltilip mezardan çıkarılacaksınız” denilen iki kutsal varlık.
Ve indiler uçsuz bucaksız yeryüzüne, yirmi doğumda kırk insan evladı getirdiler dünyaya, ilk çocukları Kabil ve Habil‘di. Kabil kıskandı Habil’i kendi yapamadıkları kendi beceriksizlikleri yüzünden, şeytana yenildi, ilk cinayet o gün işlendi, ilk kardeş katli o gün yapıldı, taş kuyuya düştü bir kere, çıkarması tüm cihana kaldı.
Dünya Adem ve Havva’dan olmuş bir çok insanlarla donatıldı, ırklar, nesiller, çeşit çeşit insanlar kavimler geldi. Bir çok Habil oldu, haksız yere öldürülen sürüce fani. En acısı da düşünceleri uğruna öldürülenlerdi, evet sadece bir şey, bir uktecik düşündükleri için katledilenler.
Galileo Galilei mesela, dünyanın yuvarlak olduğunu söylediği için giyotin ile öldürülen bu İtalyan bir şey düşünmüştü, ki doğruydu düşündüğünü, suç işlediği gerekçesi ile çıkarıldığı mahkemede özür dileyip çıkışta “ama ne yapayım dönüyor işte” diyen o cesur yürekli bilim adamı, evrenin merkezi dünya değildir dedi belki de farkında olmadan, tüm bağnaz insanlara “siz hiç bir şey bilmiyorsunuz” dedi ve düşünceleri onun sonu oldu, “dünya tepsi gibi düz ve evrenin merkezidir” diyenler tarafından zehirlenerek öldürüldü.
Gözleri ile gerçeği görenler asla susamazlar, gerçeği gözlediği için zehirlenen İtalyan Galileo’nun kaderini çok uzak topraklarda yaşayan bir başka bilim adamı yaşadı.
Takiyüddin Mehmet Efendi, Osmanlı’nın, evrenin gökbilimcisi, kendisine tahsis edilen gözlem evinden dünyanın sırlarını çözen bir dahi, enlem ve boylamların kordinatlarını o güne kadar hesaplayabilmiş tek insan, matematik kurallarının yaratıcısı, astronomi biliminin yaratıcısı, optik düzeneğini geometri ile ilişkilendirip göz sistemini açıklığa kavuşturan insan. Buldukları, tasarladıkları, keşfettikleri kitaplara sığmayan, kendinden sonra kalanlara bildiklerini miras bırakan bir maktül. Evet bir maktül çünkü Takiyüddin efendi dönemin Şeyhülislamı Ahmet Şemsettin tarafından 3. Murat’a “Gözlem kulesinden meleklerin bacaklarını gözetliyor” şikayet edilmiştir ve rasathanesi yıkılıp 3. Murat’ın emri üzerine idam edilmiştir.
Bir çok insan sayılabilir bu şekilde, haksızca öldürülen. Çok uzaklarda da var onlardan, yanı başımızda da, sadece bedenler ölmüyor gerçeğin savaşında, nice insanlar mapus damlarını ev edindi düşündüler diye, nice insanlar sürgün yedi, döndüklerinde geriye hiç bir şeyin kalmadığını gördüler, kalsa bile artık kendilerine faydası olmadığını bilmekteydiler. Yanı başımızda yaşadık düşünceler yüzünden ölmeyi, sürgün yemeyi, mapuslara düşmeyi, ihtilaller yaşadı bu ülke, önce birbirlerini öldürdü insanlar, sonra sürgün yediler daha sonra mapusa düştüler. Esas olay geride kalanlara oldu, gözleri önünde düşünceleri yüzünden işkence çeken insanları görenler ilk önce kitaplardan, daha sonra düşünmekten vazgeçtiler.
Galileo’yu, Takiyüddin Mehmet Efendi’yi öldürenler insanları düşünmemeye sadece tüketmeye tutsak bırakıyorlardı. O kadar güçlüydüler ki her istediklerini alabilirlerdi insanların elinden…
Ve bir gün zaten toplumun eline afyon diye verdikleri futbolu, o iğne iplik ile tutunan, bağımlılık, saldırganlık, düşmanlık ile dostluk, centilmenlik, paylaşmak ve spor arasında gidip gelen futbolu tamamı ile çaldılar.
Kimsenin bir başka futbol takımından başarı beklemediği anda bir takım çıktı ve o zamana kadar bilinen her şeyin değişebileceğini gösterdi bu koskoca ülkeye, “Kral Çıplak” diye bağırdı. Ey halk ezilmeyin çıkın siz de başarabilirsiniz, ben sizim dedi. 6 kez bağırdı bu ülkenin futbolunun sadece 3 tane güruhun elinde olmadığını. Futbol hepimizin ve iyi oynarsak hepimiz olabiliriz dedi.
Kimse gelmedi bu doğrucu davutun arkasından, zalim devam etti işkencelerine, sürgün ettiler düşünceleri, en aşağı gördüler kendileri dışında kalan herkesi ve bir gün o çocuk yeniden çıktı meydana, zaten hep çelme takmak için tekmesini sallıyordu sözde ulu hakanlara.
Habil’e atılan taştan daha büyük bir taş attılar, Galileo’ya verilen giyotinden daha katı bir zehir verdiler, Takiyüddin Mehmet Efendi’den daha yükseğe astılar bu çocuğu, kazandıklarını, keşfettiklerini, hayallerini, düşündüklerini elinden aldılar, şaha kalktı ey yüce devlet bundan aksi hüküm yoktur çalan haklıdır çalınan sürgün yemelidir en uzağından.
Düşünmekten, kitaplardan, konuşmaktan alıkoydukları gibi futboldan da uzaklaştırdılar insanları, o mavi gözlü bordo hırkalı, sarışın, sivri burunlu çocuğun katlini gören kimse yanaşmak istemedi “kral çıplak” demeye ve kral anadan üryan dolaşmaktaydı artık bu alem-i cihanda.
Dünya fani, ölüm ilelebet gerçek fakat tek bir şey unutulmayacaktı;
Habil asla Kabil’in düşündüğü gibi aileyi bölen, kendisini küçük düşürmek isteyen bir insan değildi,
Dünya Galileo’nun dediği gibi yuvarlaktı ve evrenin merkezi güneşti.
Takiyüddin Mehmet Efendi’nin söylediği kordinatların hepsi doğruydu, bulduğu yıldızların hepsi vardı, kuramını yaptığı matematik ifadelerini kimse değiştiremeyecekti ve o gözetleme kulesinde ki teleskopundan dünyada herkesin görebileceği fakat kimsenin anlayamayacağı gerçekleri görüyordu.
Ve futbol artık masum çocukların oynayacağı temiz bir oyun değildi ve o mavi gözlü bordo hırkalı sarışın ve sivri burunlu çocuklar asla ölmeyeceklerdi.
Muazzam. Yaşasın metaforlu, anlam yüklemeli Trabzonspor yazıları ve onları yazan süper sultanlar. Ellerine sağlık kardeşim.