BİR KÜÇÜK KUPA FİNALİ HİKAYESİ

23.05.2013 Saat: 04:35. Ankara’daki kupa finalinin ardından evime ancak döndüm. Bilgisayarı açtım şimdi. Okumak istediğim tek bir haber, izlemek istediğim tek bir görüntü yok. Ne istediğimi biliyorum.

Daha önce hiç yaşamamıştım bu duyguyu. Delicesine yazmak istiyorum ne ne anlatacağım konusunda ne de nereden başlayacağım konusunda en ufak bir fikrim yok.

Üzgün müyüm, buruk muyum, mutlu muyum, huzurlu muyum, sinirli miyim onu bile algılayamıyorum.

Yayınlamaktan ziyade kenarda dursun diye yazıyorum bu yazıyı. Biraz özel ve haliyle biraz narsist. Muhtemelen yayınlamayacağım da. 

Lise yıllarımdan beri gidebildiğim kadar deplasmana, mesafe olarak en uzak deplasmandan daha uzak olduğum   Trabzon’a da elimden geldiğince gittim.  Çok fazla insanı bu vesile ile tanıdım, tanışamadıklarımı da hep gözlemledim. Güldüğüm, ağladığım, nefret ettiğim, can acıttığım, canımın acıdığı yığınla hadise yaşadım. Sadece bir şey öğrendim. Asla ama asla bir diğerinin Trabzonsporluluğu ile kendininkini kıyaslama. Kimse benim kadar, kimse benim gibi sevemez zannederken öyle insanlar gördüm ki hobiymiş meğer benimkisi. 

Neyse, bugün 4. kupa finalimi geride bıraktım. Son iki gündür yoldaki kısacık kestirmeleri saymazsak hiç uyku uyumadım.  Bugüne kadar gittiğim maçların saklayabildiğim kadar ki biletlerini çıkardım şimdi kutusundan. Antep, Urfa, Diyarbakır, Antalya, Konya, Bursa.. Diyar diyar anadolu.

Üniversite final haftasında gittiğim anlamsız bir maç. Sırf bordo mavi formalı takımın soyunma odası merdivenlerinden çıktığı anı görmek için. 

Bir tanesi en sevdiğim ile gittiğim, yılların birikmişini Jaja’nın ayak içi ile erittiği şampiyonluk ateşini harlayan Bursa deplasmanı,

Eksi bilmem kaç derecede oynanan Sivas deplasmanı, yolumun bir daha kesişmediği belki de hiç kesişmeyeceği yığınla şehir.


Tek bir arkadaş olmadan, takımın kazanacağı herhangi bir puanın anlamının dahi olmadığı sezonun kapanış maçı için sırf soyunma odasından bordo mavi formalı adamların sahaya çıkacakları an oluşan duyguyu yaşamak adına borç alarak gidilen  Ankaraspor maçı.
Urfa seferi, kupa şampiyonlukları.

Neler neler.Hepsi birbirinden değerli yığınla hatıra tutuyor içinde.

Ama bugünkü biraz farklı oldu işte.

Sezon açılışını Karabük deplasmanında yaptığım bir abimle (Uğur Ayaz) başladım güne, fıkra gibi bir yolculuk yaptım, en eğlenceli fıkradan daha eğlenceli adamlarla.

Arabanın arkasında asılan Trabzonspor bayrağının ipi koptu diye ölümcül bir hadise vuku bulmuş gibi otobanın ortasında aniden fren yapıp, 5 kişi arabadan aşağı atlayıp bayrağı yerine geri yerleştirmeye çalışan, birbiriyle sürekli dalga geçen ve kesinlikle en ufak bir alınganlık belirtisi göstermeyen orijinal adamlar.

Ankara’ya vardığım andan itibaren kimseyle sohbet etmek istemediğimi fark ettim. Ne kimin kadroda olacağını, ne maçın nasıl geçeceğini, ne de skorunun ne olacağını konuşmak istemiyordum. Rakip Fenerbahçe. Ve ben bunu 9 yaşımdan beri ilke kez yaşadım. Maçın skorunu umursamıyor, merak etmiyor, hiçbir endişe veya heyecan duymuyordum. Zaten Ankara’ya varır varmaz da ben tek başıma izlemek istiyorum diyip ayrıldım abilerin yanından.

Doktora  (Mustafa Yüksek) denk geldim sonra. Oturduk biraz. Trabzonspor’dan bahsedince gözlerinde kendimi gördüğüm ender kişilerden. 1461 Trabzon’daki oyunculardan bahsederken heyecanlanıyor, beni hiç girmek istemediğim bir moda sokuyordu.  Saçları da kıvır kıvır, kızasım geldi ona işin gücün yok mu oğlum senin diye. Yapamadım. Ayrıldım onun yanından da. 

İzmitli kardeşimi gördüm sonra. (Barış Demirer) Nice deplasmanlar çıkardığım, bir kocaelispor-trabzonspor maçında tam da taraftarlar birbirlerine küfür ederken göz göze gelip, hiç bir şey söylemeden birbirimizi çok iyi anladığımız o dakikaları hatırladım gene. Çünkü Kocaeli’de yaşamaktan ve şehrinin takımına sahip çıkmaktan mütevellit Kocaelispor’u da ayrı severdik. Yakışanı oydu.

Uzun saçlı, devrimci imajlı, muhafazakar, rejyonalist gazeteci abimi gördüm. (Erdal Hoş) Hiç girmek istemesem de topa dayanamadık yine. Kısa da olsa bir Trabzonspor sohbeti. Dönüşte görüşelim. Görüşelim tabi abi.

15 yılın ardına ilkokul arkadaşımı gördüm. (Çiğdem ) Sanki 15 sene değil de 10 gün olmuş görüşmeyeli. Öyle samimi, öyle içten. 

Beraber  Urfa kupa finaline gittiğim arkadaşlarımı gördüm. Totem uğruna ekibi tekrar toparlayıp beraber gelmişler. Sanırım ben bozdum totemi. Allah da beni bildiği gibi yapsın. Neyse.

Telefonum çaldı. Meşhur Kkgak. (Recep Çaltepe) Okuduğu tek köşe yazarı olmayan bana, düzenli olarak bakalım bugün neler yazmış diye okutturan adam. En eski ritüelimiz onunla. Hangimiz gidebiliyorsa maça, diğeri onu arar. Tribünü dinler, diyalog olmaz. Ne zaman bunu yapsak kazanırız. Beraber gittiysek maça da sekmez, kaybederiz maçı. Yine öyle oldu galiba.

Eskişehir’de öğrenciyken otobüs kaldırabilecek kadar para toparlayamayıp, derneklerde para istediğimiz Trabzonspor tribünlerinin keskin yüzlerinden Gurbetçi Gençler Sercan, Sahtiyan Hüseyin. Onlarla da bir selamlaştık.

Dikoyna platformundaki abiler, dostlar. Sadece ufak bir sigara molasında denk gelebildik. 

Düşünmeden kefil olabileceğim ender insanlardan biri. Bal gibi de tribünde. Göz göze gelebildik, konuşma şansımız bile olmadı. Ama yapar o tercümesini gözlerimin. Anlamıştır beni. (Gamze Bal)

Beni tanıyıp tanımadığından bile emin olmadığım ama bana “sen nerelerdesin” diye soran yığınla dava arkadaşı. 

Herkesle göz göze geldim sadece. Kaçtım bugün. Üstümde bütün kupa finallerinde giydiğim 10 küsür yıllık Kappa formam, kaybetmez sanıyordum. 

Dedim ya bugün kimseyle konuşmak, görüşmek istemiyorum diye.
Kaçtım tribünde de. Kimsenin yanına gitmedim.
Ortasaha çizgisinin hizasında tel örgülere yaslanıp, yanımda biri var mı, ne yapmak lazım gelir acaba diye düşünmeden sadece hissetmek istedim.

Maçın büyük bölümünü de izlemedim. 

Rakip takım tribünlerine küfür etmek istedim. 
Futbolcuların sesimi duyacakları bir mesafede olmalarını ve onlara talimatlar vermeyi istedim.
Arkamı dönünce bütün Trabzonspor tribününü görmek istedim.
Gol yedik, tribünlere doğru sus işareti yapıp ortalığı alevlendiren polisler oldu, onlarla ilgili hayaller kurdum biraz. Kale arkasında Trabzonspor’un kupa finaline şahit olmak için gelen engelli taraftarların da zarar göreceği bir şekilde hiçbir sebep yokken saldıran güvenlik görevlilerine lanetler ettim. Ama yerimden de kıpırdayamadım.

Hayatımın en garip 90 dakikasıydı.
Maç bitti.

İşte tam o sırada, Trabzonspor tribünlerinin en özel anı yaşandı. 

Trabzonspor Fenerbahçe’ye kupa finalinde yenilmişti. Ve bir kişi bağırdı.

“Sen şampiyon olmasan da kupaları almasan da”

Trabzonspor tribün geleneğinde bunu bağırana tepki gösterirler, denemiş ve yaşamışlığım var. Ama bugün istisnasız herkes var gücüyle katıldı tezahürata. 

Bunu belki yalnızca o gün statta olanlar yaşadı ve hissetti ama Trabzonspor tribünlerinin devrimiydi bu. Fenerbahçe taraftarı bile kupayı kazanmış olmalarına rağmen kısa süreli bir şok yaşamışlardı tribünde.

Kupa finalini kaybettik ve maç daha çok sıcak diye anlamıyorsunuz belki ama bugün o statta olan insanlar, fark etseniz de etmeseniz de siz çok şanslıydınız.

Şanslıydınız çünkü;
yine onlar kazandı
ama yine biz haklıydık.

4 comments
  1. Gözlerim hep aradı Anıl ama ben de Trabzonspor’a feda ettim seni ve bir çok diğer görmek istediklerimi… Maç başladımı, belki o tribündeki en “zayıf” taraftarın taşıdığı ruhun yarısına bile sahip olmayan sahadakilere dalıp gidiyor; gözler, ruhlar… O üstlerindeki forma işte, uyuşturuyor insanı. Belki bunda görüşemedik ama bir dahakine affetmezler.
    Yazı için sana hiç bi’şey demiyorum zaten; lügatta karşılığı yok çünkü

    • Hepsi her hikayenin ayrı kahramanı olan sevgili kardeşlerim, abilerim, ablalarım. Şu konuda anlaşalım. Bu yazılar için teşekkür etme veya övgüde bulunma hadisesini hakikaten kenara bırakalım. Ben senin yazacağın kompozisyona tüküreyim diye hakaretler almış, bu çocuk her şeyi yapar ama yeter ki bir şey yazdırma denen bir adam oldum eğitim hayatım boyunca Beni tanıyanlar tevazu kelimesiyle pek alakam olmadığını bilir. Hakikaten tevazu göstermiyorum. Hakkında yazı yazabildiğim tek şey Trabzonspor arması, anlatacak yığınla hikayenin sahipleri de sizlersiniz. Ben sizlere teşekkür ediyorum. Belki hayatta hiç bir şeye aynı açıdan bakıp, aynı şeyleri göremiyoruz. Ama Trabzonspor’u hissetmek, hissedenlerin duygusunu paylaşmaya çalışmak bile tarifsiz.

      2 seneye yakındır burada yazılar paylaşıyorum. Taş çatlasa 10. yazımdır bu.
      Ve belki 2 sene sonra bu yazı sayısı 11’i bile zor görür.
      Ben düzenli yazılar yazamam. Daha çok da yazamam.

      Dün uykusuzluktan bayılmasaydım belki 10 yazı birden yazardım.

      Bu benim işim değil.
      İşim olma şansı da yok.

      İçimizden geldiğince, izninizle.
      İyi ki varsınız.

    • Of Yiğit yazıyı yazarken de geldi aklıma ama ne yaparsın. Bir kaç kusurlu ve sen, hatta malesef yazıya isimlerini sığdıramayacağım ukteler de kalmadı değil. Vardır bir hayır 🙂

Bir Yorum Yazın