Yaşları otuzu geçmeyen, önemli başarıları hep birkaç seneyle kaçırmış, sayısız zaferi büyüklerinden hikayeler dinleyerek geçirmiş, bir garip Trabzonsporlu nesil vardı. Düne kadar…
Hepimizin var benzer bir hikayesi.
Yayla kahvesinde oturup, amcaların “Nerede o furduna gibi Trabzonspor” muhabbetini dinlerken aklını yitiren, bir ömür gerçek bir zafere şahit olamayan çocuklar.
Endüstriyel futbola boyun eğmemek için direnen ama ne endüstriyel olmanın hakkını tam olarak becerebilmiş ne de o başarıları yakaladığı dönemdeki amatörlüğü tam olarak muhafaza edememiş Trabzonspor. Başarı beklentisi ve beklentilerin çıtası asla rasyonel olamamış, gerçekten başarı adledilebilecekler ise asla başarı kabul edilmemiş bir camia.
Sebebi çok açık. Trabzonspor taraftarı kim ne derse desin otuz senelik hasrete rağmen asla en pahalı, en kaliteli takıma sahip olmayı istemez.
İşte bu yüzden Mardin’de, Urfa’da, İskenderun’da, İzmir’de, Konya’da, her şehirde, her köyde minimum bir tane Trabzonspor taraftarı olan, Karadeniz Bölgesi’yle dahi uzaktan yakından alakası olmayan aksi, lanet, isyankar, anarşist bir ruh mutlaka bulunur.
Her taraftarın kendi takımını tanımladığı efsane, büyüklük, aykırı duruş, güç gibi kavramlar var ya hani: İşte “Trabzonspor” kelimesini karşılayan kelime “başkaldırı” olabilir ancak.
Dün o çok istenen, çok özlenen, çok beklenen başkaldırılara uzun zaman sonra bir yenisini ekledi Trabzonspor takımı.
Herkes Trabzonspor’un ne kadar büyük bir iş yaptığını konuşurken, o 28 yıllık intikamı ve Aston Villa’yı saymazsak hatırı sayılır bir süredir gelmeyen ilk büyük avrupa zaferini Trabzonspor taraftarı takımın “eksik yönler”ini tartışarak geçirdi. Evet bunu hepimiz yaptık. Biz normal değiliz, olmadık, olamayız.
Küçükken amcalar efsane galibiyetleri anlatıp, kalede Şenol Güneş’in uçup çıkardığı topları kahvenin penceresinden camiye bakarak dinlerdim ben. Caminin minaresine kadar uzanan bir kale hayal ederdim, Şenol Güneş’in gerçekten uçtuğunu, eşsiz bir kaleci olduğunu, Dozer Cemil’in şut attığı zaman bütün rakip oyuncuların kaçtığını, birisine çarptığı zaman onun kemiklerinin tuz buz olduğunu canlandırırdım kafamda.
Ve benim artık bir hikayem var. Belki uyku öncesi masal isteyen çocuğuma, belki köy kahvesinde benim anlatacağım eski zaferleri dinlemek için masamın etrafına toplanacak kara lastikli, üstü tüm gün futbol oynamanın sonucu çamura bulanmış çocuklara anlatacak bir hikayem var. Ben Tolga Zengin’in kurtarışını anlatırken onlar da kanat takacaklar Tolga’ya, ben Celustka dediğim zaman, topun iğne deliğinden gerçek anlamında geçtiğini hayal edecekler.
Ve O’nu anlatacağım en son.
O benim çocukken burnumda sümüklerimi akıta akıta dinlediğim uçan adam, gene oradaydı diyeceğim. O, dönen her türlü çirkinliğin içinde Türk futbolu için kaygılanan, emek veren ve emeğe en fazla saygı duyan adamdı diyeceğim. O her türlü hakaret ve iftiraya rağmen, her türlü karalamaya rağmen başkaldırı demekti diyeceğim.
O doğudan doğan ama batıyı kaplamadan asla batmayacak Güneş’ti diyeceğim!
O Trabzonspor demekti diyeceğim…
Güzel kardeşim yüreğine sağlık, ne de güzel anlatmışsın, gözlerim dolarak okudum ve hikayeni…
Selam olsun tüm yüreği Trabzonspor’la atan O’nu düşündüğü zaman içi titreyen kardeşlerime.
Doğru hepimizin bir hikayesi oldu, lakin sayende ayrıca bu hikayeye dair evladiyelik bir yazımız da olmuş oldu, çok teşekkürler, klavyene sağlık.
Janjoje, kalemine sağlık dostum. Yüreğimizi titretirken, aynı anda
gülümsememizi de sağlıyorsun, hem de bunu furduna gibi yapıyorsun:)
Hepinize çok teşekkür ederim. Gerçekten Trabzonspor dışında hiç bir şey yazamayan, onu da sadece futbol romantikliği çerçevesinde yapabilen biriyim ben.Yazının beğenilmesi, beğenilmemesi değil aynı duyguyu hisseden insanların bu kadar çok oluşu heyecanlandırıyor beni.İyi ki varsınız.Size olan inancımdandır dünyanın neresinde yürürsem yürüyeyim bordo diye bağırınca cevabını alacağımı biliyor olmak.