YARGITAY KARARINI TANISANIZ SİZ DE ÇOK SEVERSİNİZ

2010-11 sezonunda işlenmiş şike ve teşvik suçları hakkındaki nihai karar 2014’te çıktı. Geciken adalet, adalet değildir ama buna da şükür. Fakat bu 3 yıllık süreçte basının yarattığı bilgi kirliliğini temizlemek de en az 20 yıl gerektirecek gibi görünüyor. Neler olup bittiğini anlamazdan gelenler bir yana yanlış bilgilendirildiği için anlamayan, yanlış anlayan çok insan var. Elimizden geldiğince yanlışların yerine doğru bilgileri koymaya çalışacağız.

2011’den Önce Şike Serbest Miydi?

Türkiye’de yıllardır şike yapıldığını herkes öyle ya da böyle kabul ediyor ama daha öncekilere hemen hemen hiçbir şey yapılmamışken 2011’deki şike/teşvik suçlarının böyle cezalandırılması kimilerine tutarsız gelebilir. Hemen açıklayalım: bunun sebebi ceza hukukundaki “Cezanın Geri Yürümezliği” ilkesidir.

2011’den önce şikeyi cezalandıran bir yasa yoktu. Şike ve teşvik ancak 6222 sayılı Sporda Şiddet Ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun (kısaca “şike yasası”) yürürlüğe girdikten sonra kovuşturmaya ve cezaya tâbi oldu. Bir yasa, yürürlükten tarihinden önce işlenmiş suçlara ceza vermekte kullanılamaz. Bu, hukukun temel ilkelerine aykırı olur, adalete duyulan güveni ortadan kaldırır.

Ayrıca bu ilkeden en çok yararlanan yine Aziz Yıldırım ve onun suç örgütüdür çünkü söz konusu dosyada, yasanın yürürlük tarihinden önce işlendiği için cezasız kalan şike ve teşvik suçları yine bu örgüte aittir.

Ve yine belirtmek gerekir ki bu yasanın daha önceki yıllarda uygulanmazken 2011’de uygulanmasının sebebi yine Aziz Yıldırım’ın suç örgütüne üye olan hukukçulardır.

Söz konusu suç örgütü, kurduğu lobiyle bu yasanın çıkmasını destekleyip şike konusundaki rakiplerinin elini kolunu bağladığından emin olduktan sonra davadaki 50 şüpheli 8 ay içinde şike-teşvik görüşmelerini 400’e yakın hat değiştirerek yapmıştır! Bunlar arasında bulunan örgüt lideri Aziz Yıldırım şike-teşvik görüşmelerini en az 13 ayrı telefon hattından yapmıştır. Bu da, örgütün yasanın çıkmasını desteklemekteki motivasyonlarının ve “radara yakalanmak” konusundaki isyanın perde arkasını biraz aralıyor.

Neden Sadece Fenerbahçe?

İki yıllık süreçte en çok sorulan sorulardan biri şu: “Fenerbahçe yöneticileri suç işledi de tek başına mı işledi? Başka suçlu yok mu?”

Evet şike ve teşvik iki taraflı işlenen suçlardır ve sadece şike, teşvik primi vermek değil almak da suçtur. Zaten alanlar da yargılanmaktadır, yargılanmıştır ama spor basınımızın dünyası İstanbul takımlarından ibaret olduğu için bunlara hiç değinmemektedir. Sadece fenerbahçe söz konusuymuş gibi bir hava oluşmasının tek nedeni budur.

UEFA’nın sadece fenerbahçe ve Beşiktaş’ı men etmesinin nedeni ise şike ve teşvik suçlarının kendisi değil, bu suçlar konusunda yalan beyanda bulunarak Avrupa maçlarına çıkmış olanların bu iki kulüpten ibaret olmasıdır.

Özel Yetkili Mahkemeler

Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi bir tane mi? Balyoz, Ergenekon, KCK, şike, yolsuzluk ve diğer örgütlü suç iddialarının hepsini aynı hakimler, savcılar mı inceliyor? Sadece bu 6-7 dava mı özel yetkili mahkeme önünde yargılanıyor? Tabii ki hayır.

Sadece İstanbul’da bile 17 ayrı Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi var. Bunların hakimleri, katipleri ve hatta mübaşirleri bile ayrıdır. Bunların her birinin önünde onlarca dosya vardır. Ortak özellikleri ise örgütlü suç iddiası içermeleridir. İnsan kaçakçılığından uyuşturucu ticaretine kadar tüm dosyalar bu mahkemelerin yargısına tâbidir. Türkiye çapındaki yüzlerce örgütlü suç dosyasını kovuşturan onlarca özel yetkili savcı vardır. Şike davası bu dosyalardan sadece biridir.

Aziz Yıldırım Beraat Etmemiş Miydi?

Hayır, Aziz Yıldırım sadece tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmişti. Birkaç hafta içinde de hapse geri dönecek. Ancak basının Aziz Yıldırım’ın salıverildiği günkü yaklaşımınden ötürü birçok insanın Aziz Yıldırım beraat etti, aklandı sanması hatta “hükümete direnmesi sayesinde kazandı” gibi gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan yanılgılara düşmüş olması normaldir çünkü bu süreçte basın tarafını her defasında belli etmiştir.

İşin aslı şudur: dava ilk açıldığında Aziz Yıldırım’a yöneltilen suçların cezası 156 yılı buluyordu. Bunun yarattığı panikle bir araya gelen AKP, CHP ve MHP milletvekilleri bir gecede şike yasasını değiştirerek bunu 6 yıla indirdi.

Cumhurbaşkanı bunu veto etti. Gerekçesi ise netti: “yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında bulunan kişi için yapılmış özel bir düzenleme izlenimi uyandırması”… Fakat AKP, CHP ve MHP milletvekilleri isimlerini hukuk tarihinin utanç sayfasına yazmakta kararlı oldukları için bu düzenlemeyi tekrar aynen kabul ettiler ve yasalaştırdılar.

İşte o düzenleme sayesinde Aziz Yıldırım’ın alması muhtemel ceza 156 yıldan 6 yıla indi, yargılama tamamlanana kadar geçecek olan süreden daha kısa hale geldi. Bu nedenle yani sanık, çekeceği cezadan fazlasını yargılama sırasında tutuklu olarak geçirmesin diye mahkeme Aziz Yıldırım’ın tutuksuz yargılanmasına karar vermişti. Birkaç hafta içinde de tekrar geri koyacak. Tabii eğer Aziz Yıldırım adaletten kaçmazsa.

Yargıtay Kararı Çıkmadan Yorum Yapılmamalı… Mı?

Yıllara yayılan bu süreçte en çok ileri sürülen iddialardan biri de kesinleşmiş yargı kararı olmadığı için Aziz Yıldırım ve diğerleri aleyhinde bir söz söylenemeyeceği yönündeydi. Bu iddiaya göre ancak temyiz kararı açıklandığında bu kişiler hakkında yorum yapılabilirdi.

Oysa başka Şekip Mosturoğlu ve İlhan Ekşioğlu’nun sanığı olduğu yargılamalar olmak üzere 10’dan çok sanığın yargılaması temyize tâbi değildi. Mosturoğlu ve Ekşioğlu hakkında yerel mahkeme “Aziz Yıldırım’ın lideri olduğu suç örgütüne üye olmak” suçunun işlendiği tespitinde bulunmuştu. Bu iki sanık da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasından yararlanarak suçun cezasını çekmekten 5 yıl suç işlememek şartıyla kurtulmuşlardır ve temyiz haklarından bu şekilde feragat etmişlerdir. Bir yılı aşkın süredir durumları böyle olduğu halde bu kişiler bu ülkede spor kulübü yöneticiliğine devam edebilmişlerdir.

Ayrıca meselenin sportif yönü zaten UEFA ve CAS kararıyla kesinleşmiştir. Yani şike yapıldığında bahsetmek için de yargıtay kararını beklemeye zaten gerek yoktu.

Yargıtay Kararı Yetmez… Mi?

Muhakkak bu da söylenecektir. Aziz Yıldırım’ın yargıtay kararına karşı tashih-i karar, anayasa mahkemesine bireysel başvuru ve son olarak AİHM’e başvuracağı kesin; bunlardan alacağı cevabı ise bu satırları okumakta olan herkes son derece iyi biliyor.

Biz hukuki olarak sadece şunu hatırlatalım: yargıtayın verdiği karar cezanın infaz edilmesi için nihai ve yeterlidir. Aziz Yıldırım’ın söz konusu hukuk yollarına başvurma hakkı vardır ama onlardan birinden bozucu bir karar çıkartmadıkça cezasının infazını iptal ettirmek bir yana dursun tecil bile ettiremez.

Yargıtay Kararı TFF’yi Hiç Mi Bağlamaz?

İşte bu iddia nispeten doğru: yargıtay kararı TFF’yi bağlamaz; Şike ve teşvik hakkındaki ceza yargılaması ile sportif yargılama birbirinden ayrı yürür. Yargıtay ile TFF arasında doğrudan bir bağlayıcılık yoktur. Fakat bu söyleyenlerin gözden kaçırdığı, daha doğrusu insanların gözünden kaçırmaya çalıştığı iki husus var:

1- Yargıtay değil ama UEFA kararı TFF’yi bağlar ve bu konudaki CAS kararı nihai karardır. Bunu zaten önümüzdeki birkaç ay içinde göreceğiz. Filmin sonunu herkes biliyor ama daha erken görmek isteyenler için bkz. UEFA’yı Harekete Geçirmek İçin Gereken

2- Ceza yargılaması ile sportif yargılama arasında bağlayıcılık yoktur ama bir ilişki vardır: deliller. Ceza yargılamasında sunulan ve sanıkların çürütemediği hatta inkar bile etmediği delillerin hepsi spor yargılamasında da göz önüne alınır ve bu deliller üzerinden ama sportif yargılama usulüne göre bir değerlendirme yapılır. Ayrıca ceza yargılamasında ceza verebilmek için makul şüpheyi aşan kesinliğe ulaşmak şart olduğu halde sportif yargılamada deliller yetersizken bile salt kanaatle ceza vermek mümkündür. Yani ceza yargılamasının şike yapıldığı sonucuna vardığı bir olayda spor yargılamasının şike yapılmadığı sonucuna varması usule aykırı değilse bile kafalarda epey soru işareti uyandırıcı niteliktedir. En azından UEFA’nın soracağı soruları cevaplamak TFF için epey zor olacaktır.

Bu vesileyle şunu da belirtelim: UEFA’nın Fenerbahçe hakkında aldığı kararın mahkeme kararından etkilendiği iddiası doğru değildir. Bu iddia zaten yukarıdaki “Yargıtay TFF’yi bağlamaz” argümanı ile çelişmektedir çünkü mahkeme ve Yargıtay ceza yargılaması yapmakta, UEFA ise tıpkı TFF gibi sportif yargılama yapmakla yükümlüdür. Beşiktaş, UEFA’nın Beşiktaş hakkındaki kararını internette yayınlamıştır ve orada da açıkça göründüğü gibi UEFA mahkemenin kararını esas almamış, mahkemede elde edilen delilleri esas alarak kendi muhakemesini yürütmüştür. Zaten sportif yargılamada yapılması gereken de budur. Basın bir yana, bir muhalefet partisi başkanının bile halen bu asılsız iddiaya inanması, UEFA’ya, CAS’a karşı bir suç örgütünü savunur duruma düşmesi üzücüdür.

Anahtarı Çevirmiş Ama Arabayı Çalmamış…

Aziz Yıldırım’ın mizah literatürüne katkısına da kısaca değinelim. Öncelikle: Aziz Yıldırım her arabaya binişinde, kontağı çevirişinde nasıl bir ruh hali taşıyor bilmiyoruz ama araba hırsızları arabaları anahtar kullanarak çalmazlar. Literatürde bilindiği kadarıyla öyle bir hırsızlık türü yok.

İkincisi: Söz konusu arabalar çoktan çalınmıştır ve 2 yıldır arabalarla turlar atılmaktadır. Ne skorlar, ne puanlar ne de kupanın durduğu yer değişmiştir.

Üçüncüsü: Ceza hukukunda kıyas yasağı vardır. Hiçbir suç diğerine benzetilerek hüküm yürütülemez. Hırsızlık suçunun tamamlanması için arabanın çalınması şart olabilir ama şike suçunun tamamlanması için sahaya yansıması şartı yoktur. Taraflar maçı manipüle etmek amacıyla anlaşmışlarsa suç zaten tamamlanmıştır.

Aynı şey spor hukukunda da geçerlidir. Bunu, Organize Suçlar ve Futbol adlı kitabı 15 dile çevrilen spor hukuku uzmanı Declan Hill açıkça söylüyor. Bkz. Declan Hill İle Şike Röportajı

Yeniden Yargılama Neye Göre Kime Göre?

Özel Yetkili Mahkemeler’e yukarıda kısaca değinmiştik. Şimdi ise bu mahkemelerin siyasi kararlar verdiğinden yola çıkarak şike davasının yeniden yargılanmasını ileri sürenler var. Peki yeniden yargılama böyle bir şey midir? Bir mahkemenin siyasi tarafsızlığı tespit edilince siyasiler canlarının istediği kararı yeniden yargılamaya tâbi tutabilir mi?

Yeniden yargılama için ortaya, dava sonucunu değiştirebilecek yeni bir delil ortaya çıkmış olması gerekir. Eğer hukuki normlara bakmazsak yani mahkemenin kararını değerlendirirken kararın “nasıl” alındığına bakacağımıza “kim” tarafından alındığına bakarsak bu hukuki değil tamamen siyasi bir yaklaşım olur ve sonu gelmez. İktidara gelen her siyasi görüş diğerininkini geçersiz kılar ve kaos oluşur.

İrdelenmesi gereken, özel yetkili mahkeme kararlarının nasıl verildiğidir. Bu, objektif hukuk kurallarına göre yapılabilecek bir değerlendirme olur. Aksi yöndeki tutuma “ad hominem” yaklaşım denir.

X kötüdür + Bu işi X yaptı -> Bu iş de kötüdür
X mahkemesi kötüdür + X mahkemesi bu kararı verdi -> Bu karar yanlıştır

Bu, sakat bir mantık yürütme şeklidir. Bu mantıkla şöyle önermeler türetilebilir:

X mahkemesi kötüdür + X mahkemesinde hakimler cübbe giyiyor -> Cübbe giymek kötüdür
ya da
Yezit kötüdür -> Yezit Arapça konuşuyordu -> Arapça konuşmak kötüdür

Bu çıkarımlar mantıksal açıdan aynı değerdedir: Sakat.

Bu yaklaşımla sadece şike, Balyoz ve Ergenekon değil KCK ve yolsuzluk dahil yüzlerce örgütlü suç iddiası taşıyan dosyanın yeniden yargılanması gereği doğar. Bu yaklaşımı kabul ettirip kendi siyasi menfaatine göre sınır çizebileceğini sananlar her şeyden önce mantık açısından haksızdır.

Asıl Mesele Nedir?

Karar açıklandığından beri tüm politikacılar ve basın suçu kesinleşmiş yöneticileri kurtarmak hakkında konuşuyor. Suçun mağduru olan Trabzonsporlular hakkında fikir beyan eden kaç kişi var? Yanlış bilgiler düzelmiyor, sadece üstüne yenileri ekleniyor.

Evet, mahkeme kararı kesinleşti. Sportif yargılamada eninde sonunda doğru yola sokulur. Yöneticiler cezalandırılabilir, Trabzonspor’un kupası iade edilebilir tüm zararlarını kapatmak çok zor ama o bile imkansız değil.

Ama asıl sorun şu: bu ülkenin politikacıları ve basını mantık, ahlak, hukuk, etik nedir ne zaman öğrenecek, nasıl öğrenecek? Bu mümkün mü? Galiba biz bunu asla göremeyeceğiz.

Bir Yorum Yazın