İnce, uzun, şeffaf plastikten bir ambalajda sunulan; ucu ısırılarak açılması makbul; renklendirilmiş ve aromalandırılmış suyun dondurulmasından elde edilen bir nevi yaz eğlencesiydi Meybuz. Bugünkü muadillerine göre çok daha mütevazı ve de basitti. Eminim daha de lezzetliydi. Zira ben çocuktum o zamanlar. Yaz tatilinde Ankara’da babaannemin evinde buluştuğum kuzenlerimle paylaştığım mutluluklardan da birisiydi kendileri.
Meybuz’un dördüncü sınıf bir dondurma taklidi olmasının yanında bambaşka bir anlamı daha vardı benim hayatımda. Belki ilginç ama Meybuz benim lügatimde “helal kazanç” demek aynı zamanda. Uzatmadan anlatayım sebebini… Bir gün kuzenlerimle beraber Meybuz Almak için en küçük amcamın paçalarına yapıştığımızda bekleyin deyip mutfağa gitti. Elinde üç pet şişe ve bardakla döndüğünde anlayamamıştık ne yapmaya çalıştığını Soğuk su dolu pet şişeleri elimize tutuşturup bardakları da verdikten sonra evin hemen altında kurulu pazarı gösterip suyu satmamızı kandığımız parayla da Meybuz almamızı söylemişti bize. Tabii ki cazip gelmedi ilk başta zira parayı alıp meybuzlarımızı hüpletmek çok daha basit olacaktı, biraz mızmızlandıysak da çoktan yarım bıraktığı kitabını okumaya dönmüştü bile amcam.
Elimiz mahkûm indik pazara, ellerinde soğuk su şişeleriyle pazarda dolaşan çocukların çok da pazarlama ihtiyacı olmuyormuş gerçekten oldukça başarılı bir ticari tur geçirdik, bardaklar ve şişeler bitmiş, meybuz alacak para fazlasıyla kazanılmıştı ama pazar orada halen kuruluydu ve biz belki de ilk kez para kazanmanın tadını almıştık. Hemen eve dönüp buz dolabına saldırdık, kalan soğuk suları biraz da sıcak suyla harmanlayıp tekrar pazara indik, onları da satınca eve su almaya döndüğümüzde babaannem tarafından zapt-u rapt altına alındık ama bize meybuzlarıızı almamız için bakkala gidecek kadar süre bahşedilmişti. Ama önce illa ki yemekler yenecekti; menüde çırıhta olunca çok da zorluk çıkarmamıştık sanıyorum. Şimdi bile canım çekti vallahi. Neyse hasılı muzaffer komutanlar gibiydik, hem arzu ettiğimiz meybuzları alacak kadar hatta haftalık meybuz tüketimimizi karşılayacak kadar paramız vardı hem de kendi kazandığımız parayla alış veriş yapıyorduk. Kocaman adamlar olmuştuk. İnanılmaz bir deneyim gibi gelmişti o dönemde serbest piyasanın bu giriş dersi. Çok mutlu olmuştuk gerçekten ve o dönemden sonra çeşitli vesilelerle hep bir şekilde ticaretin içerisinde kaldım kendi adıma.
Şimdi biliyorum ki amcam rahatlıkla para verip gönderebilirdi bizi bakkala, ama asla aynı keyfi ve dersi alamazdık o durumda; o dönemde üniversitede okuyan en küçük amcam, bu yaptığı hınzırca hamleyle bize öğretmiş oldu “alın teri” ve “helal kazanç” ne demektir.
Bugün Meybuz tadında bir sevinç var içimde. Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’ne gidecek olmasına çocuklar gibi seviniyorum gerçekten. Gerçekten her maçını tek tek ve dakika dakika izlediğim bu çocukların canhıraş mücadelesi ile ve her başarılı hamlelerinde bir lise hocası edasıyla ve mutluluktan parıldayan gözlerle “aferin oğlum” diyen Şenol Güneş’in bilgece taktikleriyle bu takımın olması gerektiği yerin UEFA Şampiyonlar Ligi, ve orada bulunurkenki ünvanlarının da “Türkiye Şampiyonu” olması gerektiğine; bu çocukların ve camianın bunu en az bizim meybuzları hak ettiğimiz kadar hak ettiğine tüm kalbimle inanıyorum.
Yaşadığımız günlerde hiçbir günahı olmayan; her zaman takımını desteklemeye çalışan, formasını, taraftar kartını alan belki de gelirinin büyük bir bölümünü takımına feda eden cefakâr ve de günahsız Fenerbahçe taraftarına ve camiasına üzülüyorum. Hiç ama hiç suçları yokken, meybuz tadında bir zafer yaşamayı hak ederken belki de bazı kirli fikirli yönetici ve sporcuların hain emelleri yüzünden böyle bir muameleye maruz kalmalarını hazmedemiyorum. Her biri milyar dolarlık servetlerin üzerinde otururken taraftarın cebindeki üç beş kuruşun peşine düşen; kendi üstüne düşenleri tam yapmazken belki de asgari ücretle geçinen taraftardan fedakârlık bekleyen, tabiri caiz ise kendi eşekliklerinin bedelini taraftara ödetmeye kalkan yönetici namzetlerini gördükçe midem kalkıyor. Fenerbahçe camia olarak böyle insanları hak etmiyor. Bir an önce içerisindeki bu parazitlerden kurtulması gerekiyor. Futbol Endüstrisinin beslediği tetikçi medya kalemşörleri ve tribün liderlerinin yürüttüğü halkla ilişkiler kampanyalarının ardına gizlenen bu şahıslar bugün Fenerbahçe camiasının çektiği acıların tazminiyle mesul ilk kişilerdir.
Türk ve Dünya futbolu adına; çocuklarımıza meybuz tadında bir futbol arenası bırakabilmek adına; Ganita’da martı kanadından futbol sohbetleri çıkarabilmek adına, dostluk, barış, kardeşlik ve adil oyun adına bu konu ile ilgili her insan gönül verdiği renklerden bağımsız olarak, her camia çıkarlarından sıyrılarak üzerine düşeni yapmalı. Futbolumuzu ve kulüplerimizi bu çirkeflikten, bu bataklıktan kurtarmalıyız. Yoksa bırakın adil ve güzel maçları izlemeyi, statlarda marjinal, psikopat holiganlardan başkasını göremeyecek hale getirip, hem ulusal hem de kulüp futbolumuzun kendi ellerimizle kalbini sökmüş olacağız.
İki büyük bayramın kesiştiği bu güzel günde (30.08.11) tüm halkımıza kardeşçe, barış ve huzur içerisinde mutlu bayramlar diliyorum.
Halit Murat MOLLASALİHOĞLU – 30.08.11 tarihinde Joganita.net’de yayınlanmıştır.