SAKIN SAHAYA BAKMA!

Futbolu ve medyadaki futbol haberlerini yakından takip eden birisiyseniz, 27 Nisan Cumartesi günü Ajaccio ile Montpellier arasında oynanan maçta Younes Belhanda’nın kaçırdığı penaltı atışı sırasında yaşananlardan da kuvvetle muhtemel haberdarsınız demektir.

Konuyla ilgili bir değerlendirme yapmadan önce, bu yazının hazırlandığı tarih itibarıyla Google’dan “Belhanda” kelimesi ile arama yapıldığında karşımıza çıkan ilk internet sayfası bağlantısına bir göz gezdirmekte fayda var:

http://www.aksam.com.tr/spor/belhanda-ve-sike-iddiasi/haber-203391

Akşam gazetesi internet sitesinin haberine göre, ki diğer haber sitelerinde de konu esas olarak üç aşağı beş yukarı aynı şekilde ele alınmış, Belhanda’nın kullandığı penaltı atışı sırasındaki kaleciyle ve kenar yönetimle olan bakışmaları, mimik ve jestleri, sonrasında da penaltıyı kaçırması neredeyse ortada göz göre göre gerçekleştirilmiş bir şikenin var olduğu iddiasına kanıt olarak sunulmuş. Hele bir de rakip takımın galibiyeti lehine anormal bir bahis faaliyeti bilgisine yer verilmiş ki, bu şüphe sözümona iyice katmerlenmiş. Hele hele hikaye geçen transfer döneminde Fenerbahçe’yle anılan bir futbolcu hakkında olunca, Fenerbahçe dışındaki taraftarlar açısından şikenin inandırıcılığı artık karşı konulamaz hale geliyor, ki bu detayın olayın esasıyla yakından uzaktan bir alakası bile yok.

Bu noktada, başka herhangi bir analize geçmeden önce, haberin metnindeki bariz bir çelişkiye dikkat çekmek istiyorum. Haberde deniyor ki:

“Karşılaşmada Montpellier, Anthony Mounier’nin 56. dakikada attığı golle 1-0 öne geçti. Ancak Ajaccio Andy Delort’un 82’de penaltıdan attığı golle beraberliği sağladı, 90. dakikada Dennis Oliech’ın kaydettiği golleyse maçı 2-1 kazandı.”

Haberde yer verilen görüntüyü incelediğimizde ise söz konusu penaltının 48. dakikada kullanıldığını görüyoruz. Yani “şikeci” Belhanda ve takım arkadaşları nedense penaltıyı kaçırdıktan sonra on dakika bile geçmeden bir gol atarak takımlarını öne geçirmeyi münasip görmüşler. Az sonra da değineceğim gibi bütün bunların ortada şikenin var olup olmadığı ile yakından uzaktan bir alakası yok, ama buna rağmen haber metni ve videosu, kendi hatalı mantığı içinde bile derin çelişkiler içerisinde. Hele bu işi Platini’ye bağlayan son kısmı hepten evlere şenlik.

Nitekim 2010-2011 sezonunda herkesin bildiği şike ve teşvik olaylarının ayyuka çıkmasından sonra, bu ülkenin tarihine kara bir leke olarak geçen değişiklikle budanmış haliyle bile, şikeye ilişkin 6222 sayılı Kanun’un 11’inci maddesinin ilgili kısmı şu şekilde:

“Şike ve teşvik primi

MADDE 11 – (1) Belirli bir spor müsabakasının sonucunu etkilemek amacıyla bir başkasına kazanç veya sair menfaat temin eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Kendisine menfaat temin edilen kişi de bu suçtan dolayı müşterek fail olarak cezalandırılır. Kazanç veya sair menfaat temini hususunda anlaşmaya varılmış olması halinde dahi, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.
…”

Bu kanun maddesine göre, sahada ne olup bittiğinin konuyla esas olarak bir ilgisinin olmadığını anlamak için hukukçu olmaya gerek yok. “Sahaya yansımama” gibi argümanlar, bence Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve ona hayat veren Türk Milleti’nin binlerce yıldan beri biriktiregeldiği devlet yönetimi geleneğini ve birikimini küçük düşürücü niteliktedir. Bu konuda hem iktidarın hem de muhalefet partilerinin yaklaşımı utanç vericidir.

*

2010-2011 yılında gerçekleşen şike faaliyetlerine ilişkin olarak mahkemede Aziz Yıldırım’ın savunmasının ne şekilde başladığını konuyu takip edenler az çok hatırlarlar. Geçmiş zamanın birinde Galatasaray ve Sturm Graz arasındaki maçın son dakikalarında, halihazırdaki skor iki tarafın da işine geldiği için iki taraf da birbirini zorlamaz ve deyim yerindeyse göstere göstere beraberliğe “yatar”. Bu savunmanın altında yatan mantık: “eğer bir şike varsa sahaya yansır, o zaman da sahaya bakarak şikeyi tespit edebiliriz, ki bakın burada böylesine bariz bir durum varken bizim burada yargılanmamız haksızlık, kaldı ki bizim durmumuzda sahaya yansıyan bir şey yok, eğer sahaya yansıyan bir durum yoksa ortada şike de yoktur, eğer ortada şike yoksa var olmayan bir suçtan suçlu olunamayacağı için biz masumuz.”

Söz konusu maçın davanın konusu bile olmaması gerçeği bir yana, bu argüman silsilesinin, şikeye ilişkin gerek ülkemizdeki, gerekse de uluslararası düzenlemelerde en ufak bir yeri yoktur. Yukarıda da değinildiği üzere şike, sahaya yansımasına bakılmaksızın bir müsabaka sonucunu etkilemek amaçlı bir “anlaşma” suçudur. Nitekim Aziz Yıldırım, ilgili davada şike yapmaktan dolayı, hem de ceza muhakemesi sonucunda suçlu bulunmuştur. Burada ceza muhakemesi sonucu şuçlu bulunması önemlidir, çünkü ceza hukunda, sanık, yapılan suçlamalara dayanak teşkil eden delillere ilişkin olarak, ispat etme yükümlülüğü olmaksızın makul herhangi bir açıklama getirebildiği noktada kendisine yöneltilen suçlamalardan beraat edebilir. Bu tam olarak ne demek aşağıda Belhanda’nın örneğine ilişkin analiz sırasında daha iyi anlaşılabilir.

Eğer Belhanda, yukarıdaki haberde verilen tespitler doğrultusunda, saha içinde olan bitenlerden yola çıkan bir soruşturmaya muhatap olursa, kendisi için olası savunma önerim şöyle olur:

“Penaltı atışları, oyun teorisinin futbolda uygulanma imkanı bulabildiği sayılı alanlardan biridir. Nitekim oyuncuların penaltı atışlarını ne şekilde kullanacakları veya kalecilerin penaltı atışı sırasında nasıl hareket edecekleri karşı taraftaki oyuncunun hareketlerine doğrudan bağlıdır. Şöyle ki, bir kaleci penaltının kendi sağına doğru kullanılacağını tahmin ederse ve bu tahmin doğru çıkarsa, söz konusu penaltıyı kurtarma şansı oldukça yükselecektir. Aynı şekilde penaltıyı kullanan oyuncu kalecinin ne tarafa doğru hareket edeceğini kestirebilirse, kullandığı atışın golle sonuçlanma ihtimali kaydadeğer bir şekilde artacaktır. Yine kalecilerin penaltı kullanan oyuncuların kafasını karıştırmak için penaltının ne tarafa doğru kullanılacağına ilişkin tahminlerini elle göstermeleri de daha önce görülmemiş bir durum değildir. Nitekim 2008 yılındaki Şampiyonlar Ligi finalinde Manchester United kalecisi Edwin Van der Sar, Chelsea oyuncusu Nicholas Anelka’ya penaltıyı kendisinin sol tarafına kullanacağına dair bir işarette bulunmuş ve bu işaretten etkilenen Anelka daha önce takım stratejisi olarak belirlenen tarafın aksine sağ tarafa bir vuruş yapmış ve bu vuruş başarısızlıkla sonuçlanmıştır (Konuya ilişkin olarak bkz: Simon KUPER ve Stefan SZYMANSKI tarafından yazılan “Futbolun Şifreleri” isimli kitap). Dolayısıyla ben de Ajaccio kalecisinin psikolojik etkileme taktiğinden etkilenmediğimi göstermek ve bu durumu fırsat bilip karşı hamlemi yapmak amacıyla kendisini onaylayıcı mimik ve jestlerde bulundum. Eğer kaleci kendi sağına doğru tamamen atlasaydı vuruşum gol olacaktı. Aynı şekilde blöf yaptığımı düşünüp sola atlasaydı da vuruşum gol olacaktı. Ama kaleci benim beklemediğim bir şekilde iki tarafa da hamle yapmadı ve kullandığım penaltıyı kurtardı. Bu sırada son ana kadar kalecinin iki taraftan herhangi birisine bir hamle yapacağını umarak ve kendi hamlemi gizlemek amacıyla topa gerinmedim ve bu da vuruşumun bu kadar yavaş olmasına neden oldu.”

Görüldüğü gibi sahadan hareketle yapılan her şike soruşturması gibi Belhanda aleyhine yaptığımız farazi şike soruşturması da başlamadan bitti. Şikenin düzenlemelerde bir “anlaşma” suçu olarak tanımlanmasının belli bir sebebi var. Herhangi birisi refleks olarak ne kadar aksine tepki verirse versin, şikenin sahada tespit edilerek ispatlanması, hernekadar çok kolaymış gibi görünse de, teorik olarak mümkün değil. Ama buna dönük olarak yapılan anlaşmaların ispat edilmesi zor da olsa mümkün. Dolayısıyla bu haber ve benzerleri ya gazetecilik mesleğinin onurunu ayaklar altına alacak kadar alabildiğince özensiz ve yanlış ya da kötü niyetli, kapsamlı ve uzun vadeli bir manipülasyon çalışmasının sinsi bir ayağı.

*

İşin ilginci, şike sürecinde, şike nedir ne değildir tartışmaları sırasında taraftarlık uğruna fahri hukuk profesörü olan birçok Trabzonspor taraftarı bile aynı tuzağa düşüyor ve Belhanda’nın şike yaptığı kesinmiş, şike sahada tespit edilebilirmiş gibi yaklaşık iki yıldan beri savundukları argümanlarla çelişen yorumlar yapıyorlar. Eminim bu haber maksatlı olarak yayımlanmışsa, bu maksat sahipleri Trabzonsporluların yaptığı bu yorumlara bakıp kıs kıs gülüyorlardır. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Dalavereci olduğunu çok iyi bildiğiniz birisi “Gel” diyor, “Satranç oynayalım ama başlangıçta taşları ben dizeceğim”, siz de şöyle bir saniye bakıyorsunuz tahtaya ve örnek bu ya, olur deyip oyuna başlıyorsunuz. Sonra üç beş hamle geçiyor, bir de bakıyorsunuz ki mat olmuşsunuz.

Şikeyi sahada aradığınız sürece, farkında olmadan da olsa, sahaya yansımayan şikenin mucidi tescilli şikecilerin oyununu oynuyorsunuz demektir, ki bu durumda da mat olmanız kaçınılmaz. Bugün yarın şikeyle mücadele eden Trabzonsporluları yıldıracak haber başlıklarını gözümün önünde canlandırabiliyorum: “Platini Belhanda’nın Şike Yaptığına Dair Delil Yok Dedi”. Altına da sözümona uzman yorumu:”Bu kadar bariz bir olayda bile şike yok diyen UEFA’nın sahaya yansımamış bir olayda Fenerbahçe hakkında bir işlem uygulayabileceğini sanmıyorum.” Ve evet, bir çok Trabzonsporlu da bunu afiyetle yiyecek. Ondan sonra ver elini bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance). Her insan evladı gibi içten içe dünyanın adil bir yer olduğunu düşünen taraftarlar, tüm inadıyla ve azametiyle devam eden bu adaletsizlik karşısında iki arada bir derede kalacak, gerilecek ve bu gerilimin acısını terazinin diğer kefesinden çıkartacak, konuyla ilgisi olsun ya da olmasın, Trabzonspor’daki gerçek ya da farazi kusurların üzerine giderek bu gerilimi azaltmaya çalışacak. Hayat şikeciler için ne kadar güzel değil mi? Unutmadan bu arada da, o cenahta yer alan taraftarlar da herkesin şike yaptığı ama radarın bir tek onlara tutulduğuna dair hikayelerine duydukları imanı bir kez daha tazelemiş olacaklar.

Yazının bundan sonraki kısmı bu hatalı yaklaşımın olası nedenleriyle ilgili düşüncelerimle ilgili. Sosyal psikolojinin dolambaçlı sokakları bana yorucu gelir diyenler doğrudan sonuç kısmına atlayabilirler (Evet doğru, buraya kadar olanı yazının hafif tarafıydı).

Hani bir söz vardır ya, “bir kitap okudum ve hayatım değişti” diye. Ben buna pek inanmam. Ama bu söze beni inandırmaya en çok yaklaşan kitabı okudum yaklaşık bir ay önce: Nobel Ekonomi Ödülü sahibi ama 55 yıldan uzun bir süredir sapına kadar sadece ve sadece psikolog olan Daniel Kahneman’ın Amerika’da çok satanlar listesinde yer alan “Thinking, Fast and Slow” adlı kitabı. Bu kitapta Kahneman, 400 küsur sayfa boyunca insan denen yaratığın mantıklı düşünmekte zorlandığı durumları, hani öyle çok da derine girmeden, benim gibi psikoloji diploması olmayan birisinin (biraz yorularak ve acı çekerek de olsa) anlayabileceği şekilde “basitleştirerek” anlatıyor. (Bu kitabı Türkiye’de bulmak mümkün ama henüz Türkçe olarak bulmak mümkün değil.)

Bu kitapta Kahneman’ın çok överek anlattığı bir ilüzyon örneği var: Müller-Lyer ilüzyonu. Kendisi aşağıda yer alıyor:

Hangi yatay çizgi daha uzun, üstteki mi alttaki mi? Beyninizdeki düşünme ve bilgi kazanma mekanizmasının hemen düşünmeden otomatik olarak “üstteki” diye cevaplayan kısmına “sistem 1” diyor Haldeman. Bu ilk otomatik tepkinin etkisi geçtikten sonra, eğer tabii geçerse, size bu soruyu bu şekilde sorduğum için “bu işte bir bit yeniği var, dur bir elime cetvel alıp ölçeyim” diyen kısmına da “sistem 2” diyor.

Sistem 1 ağır bir işçi, bilinçli olduğumuz her an durmaksızın tetikte ve çalışmakta. Normal durumlarda da oldukça çabuk ve randımanlı. Olası bir tehlike durumunda sistem 2 devreye girene kadar sistem 1 tehlikeyi seziyor ve hemen hayat kurtarıcı tepkiyi oluşturuyor. Ama özellikli durumlarda, mesela sizin sistem 1’inizi tuzağa düşürmek için tasarlanmış durumlarda, eğer şanslıysanız veya olağandışı bir şeylerden şüpheleniyorsanız, sistem 1 kıyıda köşede tembel tembel uyuklayan sistem 2’yi uyandırıyor ve göreve çağırıyor. (Ben tabi burada biraz kendi kelimelerimle ve belki de biraz fazla basitleştirerek anlatıyorum, bunu da göz önünde bulundurmak lazım.) Sistem 2 esas itibarıyla tembel, mecbur kalmadıkça çalışmaktan imtina ediyor. Ama bir kere devreye girdi mi de sistem 1’in başa çıkamadığı bir çok durumla başa çıkabiliyor ve onun düştüğü bir çok hataya düşmüyor. Sistem 2 de hata yapıyor, hem de çok hata yapıyor, hatta bazen bilmesi gereken şeyleri gözardı ederek, hani deyim yerindeyse göz göre göre hata yapıyor (Öyle ki bir kaç kez, kitapta anlatılan deneylerde işin doğrusu anlatıldıktan sonra dahi kendi vardığım sonucun doğruluğu hakkında ısrar eder buldum kendimi). İşte bu hatalar, Kahneman’a ve Kahneman gibi psikologlara mesleki ve entellektüel tatminin yanısıra, nobel ödülleri, çok satan kitapların telif hakları, pazarlama, halkla ilişkiler, pazarlık stratejileri ve siyaset gibi bir çok alanda danışmanlık işleri kazandırıyorlar. Yine de sistem 1’i ve sistem 2’yi bu tür hatalara karşı eğitmek ve bu hataları azaltmak da mümkün. Ciddi bir çaba istiyor ve sıfır hataya ulaşmak imkansız, ama yine de mümkün.

Ben bu yazıda bu hata türlerinden sadece bir tanesine yer vereceğim. Ola ki Belhanda haberi gibi haberlere karşı tetikte olursunuz, ola ki sistem 1’iniz sistem 2’nizi uyandırır, sistem 2’niz de ben bunu bir yerde görmüştüm, bu işin aslı şudur deme şansına sahip olur.

İnsan beyni, özellikle sistem 1, halihazırdaki verilerden alelacele kendince tutarlı bir hikaye oluşturma ve bu hikayeye inanma eğilimindedir. Eğer eldeki verilerden, bu veriler ne kadar yetersiz ve ne kadar sağlıksız olursa olsun, kendi içinde tutarlı bir hikaye oluşturulmuşsa, sistem 1 bu hikayeye inanmakta adeti olduğu üzere çok hızlı davranacak ve bir çok durumda sistem 2’yi uyarmaya gerek bile görmeyecektir.

Şu örnek sorunun cevabını bir düşünün: “Mehmet ileride iyi bir lider olur mu? Kendisi zeki ve güçlü …” Aklınıza çabucak “Evet” cevabı geldi. Halihazırdaki sınırlı bilgiler çerçevesinde, en makul cevaba çabucak atladınız. Peki, Mehmet hakkındaki sonraki iki sıfat sahtekar ve zalim olsaydı vereceğiniz cevap ne olurdu?

Bu şekilde eksik bilgilerden yola çıkarak kapsamlı sonuçlara ulaşmak, gördüğüm kadarıyla futbol seyircileri arasında, uluslararası düzeyde genel olarak kabul görmüş, inatçı bir alışkanlık. Belhanda örneğinden gidersek; kalecinin hareketleri, Belhanda’nın kaleciyle ve kenar yönetimle bakışmaları, penaltının kötü kullanılması, Ajaccio’nun kümede kalmak için galibiyete ihtiyacı olması, maç öncesinde Ajaccio lehine anormal bir bahis hareketliliğinin olması ve hatta maçı Ajaccio’nun kazanmış olması, sistem 1 açısından karşı konulamaz bir şekilde “bu maçta şike var” sonucuna varılmasıyla sonuçlanan bir hikayenin ilk bakışta birbirleriyle tutarlı parçaları (ki yukarıda da değindiğim üzere bu haber özelinde, kendi içinde bile tatminkar bir tutarlılık yok). Öyle ki bu parçalar eksik mi, yanlış mı, konuyla bir ilgisi var mı diye durup bir düşünmek Trabzonspor taraftarları dahil kimsenin aklına bile gelmiyor.

Size aynı kitaptan bir başka soru. Aşağıdaki önermelerden yola çıkarak yapılan çıkarım geçerli midir, değil midir?:

Bütün güller çiçektir.

Bazı çiçekler çabuk solar.

Dolayısıyla bazı güller çabuk solar.

Kendisine yöneltilen bu soruya karşılık olarak, (genelde psikoloji deneylerinin önde gelen denekleri olan) Amerikan üniversite öğrencilerinin büyük bir çoğunluğu, çıkarımın doğru olduğunu belirtmişler. Halbuki üzerinde biraz düşününce görülüyor ki, güllerin solduğuna dair ortada bir veri yok, dolayısıyla çabuk solan çiçekler içinde güllerin hiç bulunmaması olasılığı var ve bu nedenle bu önerme geçerli değil. Bu açıdan futbol seyircileriyle Amerikan üniversite öğrencileri arasında bir ortak nokta var gibi.

Tıpkı bu haberde olduğu gibi, bir futbol meraklısı açısından futbol sahası ve medyası maalesef bunun gibi bir çok psikolojik tuzaklarla dolu. Kötü niyetli manipülasyonların sınırlı olduğu veya eğitim düzeyinin çok daha iyi olduğu gelişmiş ülkelerde bile durum böyleyken varın bizim halimizi bir düşünün. Bu tuzakların hepsini tek tek incelemek ise başlı başına bir kitap konusu.

Sonuç

Kendimi bildim bileli hayvanlara karşı bir ilgim olmuştur. Ama kedilerin yeri bende ayrıdır. Özellikle yavru kediler, o hiç bitmeyen enerjileri, sakarlıkları ve oyunculuklarıyla en iflah olmaz kedi düşmanlarının bile kalbini yumuşatabilirler.

Henüz ortaokula gittiğim dönemde, bir gün, ancak tek bir yönden yaklaşmanın mümkün olduğu oldukça korunaklı kuytu bir köşede, bir odun yığının hemen yanında, kendince oyunlarla oyalanan ürkek bir kedi yavrusuna rastladım. Sevmek için yanına yaklaştığımda hemen odunların arasındaki ulaşılmaz sığınağına kaçıverdi. Ben de o an bulduğum bir ip parçasını, o kedi yavrusunu ortaya çıkarmak ve sonrasında da yakalamak amacıyla, kendim görünmeyecek şekilde, odun yığının yakınlarında sallamaya başladım. Bizim ufaklık çok geçmeden dayanamadı ve salladığım o ip parçasının peşinden koşturmaya başladı. Ancak kendisini yakalamak için adım attığım anda da tekrar sığınağına geri kaçtı. Yine de bu ürkekliği ben tekrar ipi salladığımda yine kayboldu. Bu şekilde yaklaşık beş altı başarısız denemeden sonra, ki bir iki tanesinde başarılı olmama ramak kalmıştı, benden bu kadar ürken o kediciğin, nasıl olup da her seferinde o salladığım iple oynamak için güvenli sığınağını terkedebildiğini aklım almamıştı.

Aradan geçen yıllardan sonra, anladım ki sınırlı aklıyla sınırsız bir evrende hayat mücadelesi vermek açısından, aslında herhangi bir insanın, özellikle kendisini anlık içgüdülerine teslim ettiğinde, o kedi yavrusundan çok da bir farkı yok. Zayıflıklarımızı bilen ve bu zayıflıklarımızı kullanmak konusunda ustalaşan birileri, özellikle futbola karşı düşkünlüğümüzü ve duygusallığımızı bilen birileri, tıpkı benim o kedi yavrusunun önünde sallayıp durduğum o ip parçası gibi, bizi o yeşil sahada olup biten o hipnotize edici, o büyülü oyunla cezbedebilir ve istedikleri gibi yönlendirebilirler. Biliyorum bu cazibeye karşı koyabilmek çok zor. Bu oyunun nasıl kirletilmiş olduğunu çok iyi bilmemize rağmen, hatta bu oyunu kirletenlerin halen konumlarını hiçbir şey olmamışçasına koruduklarını biliyor olmamıza rağmen, halen önümüzde sallandırılan o ip parçasından gözümüzü alamıyoruz.

Bu kadar laftan sonra “e, peki ne yapmamız gerekiyor?” diye sorabilirsiniz. Hani benim gibi amatör psikologluğa soyunmanıza gerek yok, ama yapabileceğiniz sözde çok basit, ama özde disiplin gerektiren bir şey var. Şikeyle ilgili bir tartışma, haber, vb ne olursa olsun kendi kendinize şunu tekrar edin:

“Sakın sahaya bakma!”

Bir Yorum Yazın