Türk Futbolunda klasik haline gelen, sistemin köşetaşı sayılabilecek bir hikaye vardır. Bu öyle geniş ve güzel bir hikayedir ki milyonları kendisine bağlayabilir… Pek çok masalda olduğu gibi bu hikaye de bu ülkede pek çok canlıyı peşinden sürükleyiverir.
Hikayemiz nedir peki? Bunun cevabını vermeden, bu hikayenin anlatılması için hangi şartın oluşması gerektiğine bakmalı…
Bu şart, bu ülkeye mahsus bir şekilde 3 İstanbul takımının zirveye oynaması ile gelişir. Renkleri farketmez, hikayeyi yazanlara para kazandırması yeter. Zaten hikayeyi yazana da renk bir şey farketmez… Ha sarı ile lacıverti, ha sarı ile kırmızısı… Siyah ile beyazı da cabası. Önemli olan bu 3 takımın aynı anda ve ya kopuk kopuk şampiyonluğa(!) oynaması…
3 takımdan birini seçin… Bu takım galibiyet serilerine başladığında atılan manşetleri hayal edebilecek durumdasınız sanırım. Şimdi, seçtiğiniz İstanbul takımının , galibiyetlerine devam ettiğini düşünün. Galibiyet serileri için süslü manşetlerden sonra medyanın aşaması süslü röportajlardır. Kendi aralarında bölüşür,öpüşür koklaşırlar ve belirli aralıklarla o İstanbul takımının oyuncuları ile tek tek röportaj yaparlar. O röportajların her birinde, o takımın her oyuncusunun muhteşem mücadele içerisinde geçmiş hayat hikayeleri ve mücadeleleri vardır. Bunlar yazılmadan olmaz. Bunlar yazıldıktan sonra algıyı oluşturması gazeteyi okuyana kalmış; ”Eee, adam nerelerden gelmiş, bak takımı için böylesine mücadele etmesi boşa değil” yorumlarını duyar gibi oluyorum…
Geçen belirli bir süre ardından İstanbul takımı düşüşe geçmediyse ki Türkiye’de düşüşe geçse de kolundan tutup kaldıranlar, hep hakem sıfatıyla dolaşanlar olmuştur, gazeteler para kazanmaya devam ederler. Bu sefer takımın yabancı( illa yabancı olacak yerli olmaz) kondüsyonerine övgüler dizilmeye başlanır. Başarının sırrı kondüsyonerin disiplinli programlarında havası verilir… Bir başarı sırrı daha açıklanır böylece…
Takımın maçlarından önce ve sonra, rakibi olan Anadolu takımı sanki yabancı takımmış gibi yorumlar ve köşe yazıları zaten farzdır bu düzende. O yüzden bu büyük hikayenin böyle bilindik ayrıntılarına girmeye gerek yok.
Genelde bu hikayeler çok satar. Hatta yok satar… Tabii düzen böyle gittikçe. Fakat düzen her zaman böyle gitmez, çünkü…
Çünkü, o ülkede bir de devrimci bir kulüp vardır. Genellikle oyunu sadece oynamak üzere kurulmuş olan yapısını kullanarak hikayeye dahil olur. Dahil olduğunda ise hikaye yok olur. Cepler parasız kalabilir ki bu büyük tehlike çanlarının sinyalidir.
Bu kulübün oyuncuları, gerçek anlamda kalitelerini favori İstanbul takımlarına karşı sergiledikçe, o gazete övgülerinin, o röportajdaki hayat hikayelerinin, o kondüsyonerin çok disiplinli programlarının aslında öncekilerden çok da farklı olmadığı anlaşılır. Çünkü genellikle favori İstanbul takımı, düzeni bozan kulübe karşı pek de favori gibi oynayamaz. Oynayamaması hikayenin bozulması demektir.
Peki ne olur? Hikayeyi bozmak, ülke çıkarlarına zarar getireceği için(!) genellikle mücadeleci kulübün oyuncuları o büyük maçlardan önce cezalı duruma itinayla düşürülür. O da yetmezse maç içerisinde gereksiz kırmızı kartlarla ince ayar yapılır. O da yetmez ise dakika 80 küsürlerde mahallelerde çalınmayacak penaltılar verilir… Böylelikle hikaye devam eder, hikayenin padişahı da imparatoru da selamını vererek alkışlanır kocaman statlarında.
Bu böyle bir hikayedir işte… Her sene aynı senaryo olmasına rağmen, İstanbul takımlarının milyonlarca kişilik taraftarları bu hikayenin hipnozuna kapılarak futbol seyrettiğini sanar. Halbuki tiyatrodan pek de farkı yoktur… Böylelikle uyutulan milyonlarca kişi, her sabah birbirleriyle sözde futbol tartışır… Masallarından uyandırılmamak isteyen çocuklar misali.
Peki hikaye hep böyle mi gider? Hayır. Hikayenin bir de başka tarafı vardır. Hikayeyi yazanlar, kendisini zor duruma sokanlara rahat vermez. Gerek manşetleri gerek fitneleri ile, bu ülkede hiçbir zaman hakettiği değeri göremeyen bir hocaya, kendi taraftarını kışkırtabilir. İşin üzücü yanı, bu kışkırtma oyununa maalesef, devrimci kulübün taraftarı da alet olabilir, kandırılabilir. Anlaşılır ki, mücadelesi ile nam salmış ve salmaya devam edecek olan kulübün taraftarları da bu hikaye ile hipnoz edilmiş ve İstanbul taraftarından farksız hale gelmiştir.
Son sorumuzu soralım o vakit… Peki bu hikaye böyle mi biter? Hayır. Bu hikayede hipnoz olmamış beyinler mutlaka vardır ve sayıları az da olsa, ve bu hikayenin ahengini bozar. Bozamasa da zorlar, yıpratır. Bilir ki bir gün bozulacak bu hikaye… Çünkü bozulmuşluğu vardır bu hikayenin önceden. Bunu bozan kişi de aynı kişidir. O yüzden emindir kendinden… Kendinden emin olduğu kadar, hikayenin yazarları da korkar kendisinden…
Saygılar.