BİZİM KAZİM

1994 yılının sonbaharında, bir kasetçinin önünde duran dört Karadenizli genç, hayatlarında ilk kez Lazca bir ibareyi yazılı biçimde görmenin şaşkınlığı ile birbirlerine baktılar.

Bilmiyoruz yazıyor, dedi bir tanesi.

Diğerleri de başlarıyla tasdikledikten sonra içeri girdiler.

-Abi Zuğaşi Berepe diye bi kaset çikmiş. Sahici midir?

diye bodoslama giriş yaptı 16 yaşındaki.

Dükkan sahibi hafif bir tebessüm attıktan sonra,

-He sahicidur, ne edecaktun…

…………………………………..

Sadece köylerinde konuşulan bir dilin, kanatlanıp bir kasedin kapağına konacağına inanamayan gençler heyecan içinde ambalajı yırtıp, şarkı listelerini okumaya başladılar.

Ninelerinin ve dedelerinin sözleri bir kağıtta yazılı duruyordu. Eski bir teybin içine koyup  meşhur “play” tuşuna bastılar. Tulum ve kemençe beklerken gürültülü ama kendilerinden olan bir müzik eşliğinde türkülerin geçidini dinlediler.

– Bu kesmez , bi daha dinleyelum…

 

Belli bir süre sonra bu şarkıları kim söylemiş diye merak ettiler.

Heyecanla bir tanesi atıldı;

– Ula bizim Kazim bu …

………………………………………..

 

Evet bizim Kazim ile  orada karşılaştık. Bırakmak istemedik güzel yüzlü, güzel kalpli insanı.

Hayatın kendine sorduğu soruları o kadar kısa sürede cevapladı ki, ne zaman geldi, ne zaman büyüdü, farkına varamadık…

Yapılabilecek her şeyi yaptı, bize bir şey bırakmadı.

Kahreden o dur ki bizleri, peşinden ağıtlar düzülü  yazılar ve şiirler yazdık…

Resmini gördüğümüz her yerde kendisine “artık biliyoruz” dedik…

Ya sonrası…

 

“ Ceketini aldın gittin ya,

Şimdi şiirler sensiz kaldı”

Bir Yorum Yazın