İÇİMİZDEKİ BİZANS

“All of this happened before and will happen again”*
“Bunların hepsi geçmişte de yaşandı ve gelecekte de yeniden yaşanacak”
Battlestar Galactica (TV Dizisi – Yeniden Çekim)

1999 yazından beri İstanbul’da yaşıyorum. Bu şehrin kalabalık olmasını sevmiyorum. Şehirleşme açısından berbat bir şehir olduğunu düşünüyorum. İçindeki insanların ezici çoğunluğundan da hazzettiğimi söyleyemeyeceğim. Diğer taraftan bu şehrin de her şeye rağmen güzel tarafları var. Birincisi nasıl birisi olursan ol, kendine göre iyi kötü bir dünya kurma şansın var bu şehirde. İkincisi her ne kadar ağır bir şekilde tahrip edilmişse de coğrafyası hala güzel. Üçüncüsü ve sonuncusu günümüz İstanbul’u denilen mezbeleden mucize eseri kurtulmuş veya bu mezbelenin altında yatan ve o kadar tahribata rağmen durmadan ısrarla yüzeye fışkıran bir tarih var bu şehirde.

Sultanahmet semti bu şehirde yapılacak herhangi bir genel amaçlı tarih yolculuğunun olmazsa olmazıdır. Gerçi bugünkü hali ziyaretçilerine pek bir fikir vermese de anlatacaklarımız açısından iyi bir başlangıç noktasıdır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi web sitesinden aldığım şekliyle kuş bakısı bir bakalım günümüz Sarayburnu’na:

Ayasofya’yı bulabildiniz mi? Divan Yolu’nu? Atmeydanı’nı? Şimdi bir de anlatacağım şeyin gözünüzde daha iyi canlanabilmesi için Jan Kostenec tarafından İstanbul’un 1200 yılında yaklaşık olarak nasıl görünüyor olabileceğine ilişkin olarak yaptığı çalışmadan alınan aşağıdaki resmi dikkatlice incelemenizi rica ediyorum(www.byzantium1200.com). Bugün Atmeydanı olarak bilinen yer M.S. 3. yüzyılda inşasına başlanmış, ancak bir asır sonra İstanbul’a yakın zamana kadar adını veren İmparator Constantin döneminde bitirilmiş olan Hipodrom’un bulunduğu yerdir. Atmeydanı’nda bugün hala görülebilen Mısır’dan getirilen Firavun III. Tutmosis döneminden kalma Dikilitaş, Bizanslılar tarafından inşa edilen ama üzerindeki altın yaldızlı metal plakaları Latin istilasında yağmalanan Örme Sütun, eskiden üzerinde yılan başlarının üzerinde altın bir sehpa bulunan ve Atina yakınlarındaki Delphi tapınağından getirilen yılanlı sütun bu hipodromun ortasında iki tekerlekli yarış arabalarının çevrelerinde döndüğü merkezde (Spina) yer alan anıtlardı. Atmeydanı’ndan Nakilbent Sokak yoluyla aşağıya doğru inerken sağ tarafta bugün bile Hipodrom’un kavisli kısmının (Sphendone) neredeyse dimdik ayakta olduğu görülmektedir. Hatta o kadar sağlamdır ki aradan geçen 1700 yılın getirdiği yükün üzerine bir de üstündeki Marmara Üniversitesi Sultanahmet Kampüsü ve Sultanahmet Meslek Liseleri’ni taşıyabilmektedir (Bu noktada eski Ali Sami Yen Stadyumu 50 yaşına bile varmadan yıkılırken iyi ki yıkılmış, yoksa kendi kendine yıkılacakmış yorumlarını hatırlatmadan edemedim).

İstanbul Hipodromu’nun kapasitesi yaklaşık 30.000 kişiydi (Bilgi olması açısından, kendisinden daha önce inşa edilen Roma’daki Circus Maximus’un kapasitesi 150.000 kişiydi). Güneydoğusunda bugün Sultanahmet Camii’nin (ve arkasındaki halıcıların) bulunduğu yerde kendi deyimiyle Roma İmparatoru’nun, 19. yüzyıl ve sonrası tarihçilerin deyimiyle ise Bizans İmparatoru’nun sarayını oluşturan binalar kompleksi bulunmaktaydı. Bu saraydan Hipodrom’daki İmparator Locasına (Kathisma) doğrudan bir geçiş bulunmaktaydı. Burası bana göre çok ilginç: Saray’la, Mimar Sinan’ın Süleymaniye’sine kadar geçilemeyecek kadar haşmetli olan Ayasofya arasında bir hamam ve meydan var. Ayrıca Başmabeyinci Antiochus’un sarayı ile İmparatorluk Sarayı arasında Hipodrom var, ama koca Hipodrom Saray’a neredeyse sıfır noktasında ve doğrudan bağlantılı. Bu da yetmezmiş gibi Saray kompleksinin içinde aşağıda değineceğim Yeşillerin Tören Avlusu var. Deyim yerindeyse, sporla iktidarın arasındaki fiziksel mesafe, dinle iktidar ve dinle bürokrasi arasındaki mesafeden daha az. Hiç şüphesiz Roma İmparatorluğu’nun başkentini İstanbul’a taşıyan ve taşınma işleminden önce neredeyse anahtar teslimi olacak şekilde şehri Yeni Roma olması vizyonuyla baştan imar eden İmparator Büyük Constantin’in gözünde at arabası yarışı sporu, devlet yönetimi aracı olarak dinden de bürokrasiden de önemliymiş.

Buraya kadar anlattıklarım aslında bundan sonra anlatacaklarımın arka planıydı. Benim bu yazıda asıl üzerinde durmak istediğim bu yarışlarda olup bitenler.

Wikipedia (çevirebildiğim kadarıyla) der ki: at arabası yarışları, Bizans İmparatorluğu için, tıpkı Roma İmparatorluğunda da olduğu gibi (veya tıpkı arenadaki gladyatör dövüşlerinde olduğu gibi), imparatorluğun ihtişamını vurgulamak, toplumsal sınıfları ve siyasi gücü kuvvetlendirmek açılarından önemli olmuş ve genellikle siyasi ve dini amaçlarla düzenlenmişler. Halbuki biz sporu daha başka, daha temiz bir şey olarak bilirdik. Neyse konuyu dağıtmayalım, bu yarışların galipleri ile imparatorun muzafferliği arasında bariz paralellikler çizilirmiş. Detaylara inmek istemiyorum ama bu yarışlar hakkında yarışı kazananlar üzerinden prim yapmaya çalışanlardan günümüze kalan yorumlar değme Aziz Yıldırım medyasına taş çıkartacak işgüzarlık ve hokkabazlıktaymış, onu da belirtmeden geçemeyeceğim.

At arabası yarışlarının bir diğer özelliği de diğer sporların geneli üzerindeki sofu Hıristiyanlık baskısına karşı devlet tarafından korunma altına alınmış olmasıymış. Bu seçimde içerdiği şiddet öğesinin gladyatör dövüşleri veya insan avlarına göre daha az olması ve bunun yanı sıra ve daha da çok bunlara göre maliyetinin daha ucuz olması etkili olmuş. Hani şiddet yok dediysek de fair-play falan hak getire. Rakibini sıkıştırmak ve duvara çarpmasını sağlamak gibi çakallıklar, yasak olmak bir yana takdir ve teşvik görürmüş.

Ayrıca Hipodrom halkla İmparator’un bir araya geldiği ender fırsatlardan birisini sunarmış. İnsanlar uygulanan politikalarla ilgili taleplerini yaptıkları tezahüratlarla İmparatora duyurabilirlermiş. Lakin Bizans İmparatorları Romalılara kıyasla bu taleplere pek duyarlı olmazlarmış. Misal I. Jüstinyen Yeşilleri tutan taraftarlardan gelen talepleri özellikle reddedermiş. Hatta bir keresinde bu itiraz ve şikayet işini biraz abartmışlar ve bu bahsi geçen Jüstinyen’e Hipodrom’da (M.S. 532) isyan etmeye kalkmışlar. İsyan bastırılmış ama arada neredeyse şehrin yarısı yanmış ve 30 binden fazla kişi ölmüş. Kendi adımıza biz bugün henüz bu seviyeye gelemedik, bir iki polis arabası devirebildik, metrobüs falan haşat edebildik, kavga döğüş, biber gazı, cop vs ama hızla o seviyeye gelebilmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz maşallah. Misal o benzin istasyonu patlasaydı Bizans’a bu açıdan da daha layık olabilirdik.

Gelelim taraftar gruplarına. Önce Roma’da insanlar kim önde kim geride seyredenler anlasın diye yarışmacıları iki renkte giydirmişler: kırmızı ve beyaz. Sonra ilerleyen yüzyıllarda bunlara mavi ve yeşil eklenmiş. Roma’nın son dönemlerinde maviler ve yeşiller, kırmızılar ve beyazlara göre çok daha fazla popüler hale gelmiş ve Bizans döneminde de bu durum aynen devam etmiş. Bu taraftarlık olgusu zamanla o kadar abartılmış ki Bizans’ta insanlar giyimlerini ait oldukları “camia”nın rengine uydurur olmuşlar. O zamanlar lisanslı ürün satan mağazalar yokmuş ama bu yokluk onları engellememiş anlaşılan. Hatta ve hatta gençler bu uğurda o döneme göre çılgın sayılabilecek saç sakal şekilleri, üst baş olaylarına girerlermiş. Hatta, biliyorum bu dediğime inanmayacaksınız, ama bu gençler karşı takım taraftarlarıyla aşırı bir rekabete girer, aralarında şiddet olayları falan cereyan edermiş. Akademik çevrelerde bu şiddetin asıl kaynağını dinsel veya siyasi etkenlere bağlayanlar varmış ama günümüzdeki modern futbol taraftarları arasındaki şiddete benzer nedenlerden kaynaklandığını düşünenler daha ağır basıyormuş. At arabası sürücülerine yoğun tezahüratlarda bulunulurmuş ama arkadaşlar rahat durmazlarmış, bazısı diğer takımlara transfer olurlarmış. Dün aynı arkadaşları alkışlayanlar, üzerine giydiği renk değişince yuhalamaya başlarlarmış.

İmparator’un kendisi de, İmparatoruna göre, ya maviler taraftarı olurmuş, ya da yeşiller. Hatta taraftarı olduğu takımın çıkarlarını kollarmış (Burada yorum yapamayacağım, ama anladınız siz onu).

Yarışlarda hile yapılması konusunda Bizans’ın Roma’ya göre daha kötü bir sicili varmış. Jüstinyen kendi döneminin sporda şiddeti engelleme kanunu çıkartarak yarışmacıların birbirlerine küfretmelerini yasaklamış ama rüşvet veya arabalarda mekanik oynamalar yapıldığına dair varsa bile pek bir delil kalmamış günümüze. Eğer bu doğruysa, bu hile hurda alanı, aradan geçen onlarca yüzyılda kayda değer ilerleme görülen sayılı alanlardan birisi demektir. Günümüzde hile yapmak ne ki, hilenin kitabını bile yazarız alimallah.

Şimdi zurnanın zırt dediği yere geldik. Bu Maviler ve Yeşiller sonuçta öyle bir noktaya gelmiş ki, bunlar askeri, siyasi ve dini anlamda söz sahibi olur hale gelmişler. Yeşiller ve Maviler arasındaki bu rekabet öyle bir noktaya gelmiş ki, Sasaniler bu rekabeti kullanarak Bizans’ı epey bir yıpratmışlar. Hatta yine bu sayede İslam ortaya çıktığında ilk Müslümanlar bu yıpranmışlık sayesinde Bizans aleyhine o mucizevi patlamayı gerçekleştirebilmişler. Ondan sonra da son darbeyi biz Türkler vurmuşuz zaten. Yaa işte, nereden nereye …

Yukarıda yazıklarımdan yola çıkarak bu yolda gidersek milletçe diğer bölünmüşlüklerimizden daha beter bir şekilde bölünme yolunda hızla ilerlediğimiz sonucuna varıyorum. Bu işi biraz daha ilerletebilirsek, futbol takımı taraftarlığını askeri, siyasi ve entelektüel alanlara hakim konuma getirme hatasına düşersek, bizim Sasanilerimizin gardımızı düşürmesi, Müslümanlarımızın belimizi bükmesi, Türklerimizin de bizi hepten yıkması yakındır.

         Ne demiş Mehmet Akif:

“Geçmişten adam hisse kaparmış… ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?

‘Tarih’i tekerrür diye ta’rîf ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

4 comments
  1. öncelikle yazdığım yazıların bu yazıyla aynı platformda yayınlanmış olmasından dolayı çok mutluyum. gerçek anlamda yazının başında hayal bile edemeyeceğim bir noktada bitirdim yazıyı. bu kurgulamayı yapan insana saygı duymak gerekir( her zaman saygı duymuşumdur levent abiye, bu ayrı bir nokta). bu tarihsel benzerliği yakalamak da satırlara dökmek de şahsi görüşümce zorun ötesinde bir şeydir. bütün gerçek taraftarların okuyup dersler alması gereken bir yazı olmuş, ellerine ve yüreğine sağlık abi.

  2. Sağolasın kardeş. Lakin wikipedia’nın “chariot racing” maddesine bakınca birebir hazır buldum her şeyi. Her şeyin bugüne bu kadar birebir uyması beni de çok şaşırttı. Bazı benzerlikler bulurum diyordum ama bu kadarını ben bile beklemiyordum.

Bir Yorum Yazın