YA TAMAM YA DEVAM

Bu akşam, Trabzon şehri, Trabzonspor tarihinin en önemli sınavlarından birine, belki de en önemlisine ev sahipliği yapacak. Bu akşam Trabzonpor, Hüseyin Avni Aker Stadında Cska Moskova’yı ağırlayacak. Ben de bu yüzden çoktandır “yarın yazarım yahu” diye ertelediğim ve bu ertelememe kılıf olarak da “daha kapsamlı bir şeyler yazmalıyım, bu mevzu derin bir mevzu” bahanesini ürettiğim Milli Takım yazımı bir kez daha erteleyerek Trabzonpor’un şampiyonlar ligi maçlarını yorumlama geleneğimi sürdürmek istedim. Tabii bunda, öncesinde yazı yazmadığım tek maç olan Cska deplasmanında yediğimiz üç gol ve kaybettiğimiz puanların da etkisinin olduğunu yadsıyamam. Evet, inanmasam da totem insanıyım, kabul ediyorum.

Maça gelecek olursak, bu maçı yorumlamak için öncelikle Cska deplasmınında ortaya koyduğumuz maçı irdelemem gerektiğini düşünüyorum. Ne gereği var diye soranlarımız varsa söyleyeyim. Bu maçtan üç puan ile (ya da aklıma dahi getirmek istemiyorum ama en kötü bir puan ile) ayrılmak için ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiğini bu maça bakarak açıklamaya çalışacağım. İlk olarak, Rusya deplasmanında iyi oynadığımızı düşünenlerle aynı fikirde olmadığımız söylemek durumundayım. Çünkü Cska’nın işine tam da böyle bir oyun geliyordu ve biz de maalesef o oyunu oynadık. Topla daha çok oynamış olabilir, topu rakip yarı sahasında hatırı sayılır bir süre tutmuş olabilir ve iki üç ciddi pozisyon bulmuş olabiliriz. Fakat bu Trabzonspor’un iyi oynadığı anlamına gelmez. Trabzonspor Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk iki maçında daha kontrollü ve temkinli bir oyun ortaya koymuş ve bulduğu pozisyonları değerlendirerek başarılı olmuştu. Fakat Rusya deplasmanında bu iki maça oranla daha atak bir futbol oynamaya çalıştı. Topu ayağında tutarak “organize”/”set” hücumlar geliştirmeye çalıştı. Bu da sezon sonunda iskeletinin yarısını kaybetmiş ve yeni sezona yeni ve bambaşka oyuncularla başlamak zorunda kalmış, daha birbirine uyum sağlayamamış bir oyuncu topluluğu için zor görünüyordu. Trabzonspor topu kendi ayağında tutmayı ve organize hücum etmeyi kısmen kendi yetenekleriyle ve kapasitesi ile yaptıysa da ekseriyetle rakibi buna izin verdiği için yapabildi. Çünkü Cska takımı, defansının göbeğinin  Trabzonspor defansının göbeğinden daha hantal olduğunu biliyordu ve bu yüzden hızlı hücumlarla karşılaşmak onların kâbusu olabilirdi. Cska, topu daha çok Trabzonspor’a bırakarak aslında normalde Trabzonspor’un yaptığı ve yapması gerekeni yaptı. Defansı ve orta sahayı daha geride kurup oyunu kontrol etti ve hızlı hücumlarla hantallıkta Cska defansı ile yarışan Trabzonspor defansını hallaç pamuğuna çevirdi.

Esasen maçın böyle kurgulanmasını Şenol Güneş’in istediğini sanmıyorum. O sadece topun her zaman takımının ayağında olmasını istedi. Bu yüzden de kendisine katılmasam da Alan’ın ilk on bir başlamasını bir nebze anlayabiliyorum. Fakat Rus ekipleri fiziki açıdan her zaman iyi durumda olduklarından Alan’ın ilk on bir başlamasının pekte bir işe yaramayacağı belliydi. Nitekim orta sahası kuvvetli olan Antep’e karşı belki Zokora’nın olmayışı belki de başka bir nedenden ötürü Şenol Güneş Aykut’a görev vermiş, Aykut’da Şenol Güneş’i ve ona inanan beni mahçup etmemişti. Peki buradan çıkarılacak sonuç Aykut’un ilk on bir başlaması gerektiği midir? Tabii ki hayır. Bu akşam sahada Şampiyonlar Ligi’ni sarsmasını beklerken saçma sapan bir nedenden üç maç ceza alan ve sadece ligi sallayabilen Burak Yılmaz’da olacak. Dolayısı ile tüm ilk on bir onun üzerine şekillenecek. Onun yaptığı koşular ve defansı rahatsız eden presi ile belki de (hiç istemesem de) takım orta sahada bir Alanzinho tolere edebilecek duruma gelecek. Ama ben yine de Alan ile başlamanın pek akıllıca olacağı kanaatinde değilim. Eğer bu maç Alan’ın Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk maçı olsaydı, belki kendisini göstermek adına ekstra performans sergileyebilir (çünkü onda o kapasite var)  diyerek bunu makul karşılayabilirdim fakat elimizde Alan’ın ilk on bir çıktığı iki Şampiyonlar Ligi maçı var ve benim de dağarcığımda çok sevdiğim bir atasözü var; “Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.”

Bir parantezden biraz daha fazlasını da (belki bir yetmiş beş parantez kadar) Henrique ve Halil için açmak istiyorum. Henrique sezon başında kendisini ve kalitesini göstermiş, bu ligde çok önemli işlere imza atabileceğini ispatlamıştı. Fakat daha sonra “futbol hayatımda hiç sakatlanmadım” dediği bir röportajın ardından şanssız bir şekilde sakatlandı. Antep maçı ile de müthiş bir dönüş yaptı. Burak ile iyi bir ikili olacaklarına olan inancım tam. Mutlaka ilk on bir oynaması gerektiğini ya da ikinci yarı kesinlikle oyuna girmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve Halil…ona söylenecek fazla bir şey yok aslen. O bir disiplin abidesi. O yüksek Alman mühendisliğinin ürünü. Yalnız Trabzonspor’da geldiğinden beri daha çok orta sahaya yakın oynadığı için (ki ben orta sahada onu daha çok beğeniyorum gol atmasa da) golü biraz unutmuş gözüküyordu. Antep maçı ile golü yeniden hatırladı. Umarım ki bu gol Cska maçında atacağı gol ve ya gollerin öncüsüdür.

Tekrar başa dönecek olursak, Trabzonspor’un Cska’ya karşı gemileri yakıp hücum etmemesi gerektiğini öğrenmiş olduğunu ummaktan başka bir şey yapmak gelemiyor elimden. Daima kontrollü oynamalıyız. Topun yönünü hızlı değiştirmeli ve hücuma hızlı çıkmalıyız. Böylece Berezutski kardeşleri hazırlıksız yakalama ihtimalimiz güçlenecektir. Açıkcası Rusya’daki maçtan pek ümitvar olmadığım için bir değerlendirme yazısı yazmamıştım ama bu maçtan oldukça ümitvarım. Trabzonspor kazanamasa dahi AVrupa Ligi’nde yoluna devam etmeli. Bunun için de en kötü bir puanı cebine koymalı.

Son bir parantez de taraftara hatta tüm Trabzon şehrine açmak istiyorum. Ey Trabzonlu, sokağa çık. O kafileye dar et o şehri. Geçtikleri her yerde karşıla onları. Islıkla, gürültü yap…yeri geldiğinde misafirperverliğini göster yeri geldiğinde de cehennemi yaşat onlara. Cska’lı futbolcular o stada girerlerken dizlerinin titremesini sağla. Ve sen taraftar, biletler de hazır 50 tl civarına çekilmişken artık doldur o stadı. Ve bu sefer çekirdek çitleme.

Lütfen!

Bir Yorum Yazın