TEK YOL AVRUPA

Trabzonspor’umuz ligde ilk sıralarda değil ama Avrupa’da görülmemiş başarılar kaydediyor. Bu yazımda “keşke ligde de başarılı olsaydık” ya da “Bir denge gözetilmeliydi” gibi beylik sözler sarf etmeyeceğim. Tersine, Trabzonspor’un tüm başarısını Avrupa’ya odaklaması gerektiğini Türkiye ligindeki hedefinin ise ilk 6’ya girmekle sınırlanması gerektiğini ve bunun sadece bu yılın değil her sezonun politikası olması gerektiğini anlatacağım.

A- TÜRKİYE’Yİ BOŞVER

2010-11 sezonunda hak ettiğimiz sevinç bize 3 yıldır haram ediliyor. Bunun sebebini Fenerbahçe camiasına ya da (birilerinin yaptığı gibi) salt Aziz Yıldırım’a bağlamak yanlış olur. Ağır ceza mahkemesinden çıkan kararlar, kesinleşmiş mahkeme kararları (İlhan Ekşioğlu ve Şekip Mosturoğlu hakkındakiler), mızrağı çuvala sığdıramayan etik kurulu raporları, UEFA müfettişinin raporu, UEFA disiplin kurulu kararı, UEFA temyiz kurulu kararı ve İsviçre CAS kararı hala bazıları için yeterli değil, malum. Hala meydanlarda bunun komplo olduğunu savunabilecek çapsızlıkta siyasiler, “balyoz hakimleriyle şike hakimleri aynıdır” diye gerçek dışı bilgi verecek kadar hıyanet içinde köşe yazarları ve TFF’nin anayasal statüsünün onu UEFA’ya bağlı olmaktan kurtardığını savunan “hukukçular” mevcut ve bunlar Fenerbahçeli değil, sadece aynı menfaat odağına pervane olmuş şikeseverlerdir.

Daha da kötüsü şu ki hem Sadri Şener hem İbrahim Hacıosmanoğlu döneminde hiçbir Trabzonspor yöneticisi “Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” diyemedi. Her iki yönetim de “Kupayı alalım ama Fenerbahçe küme düşürülmesin” diye ‘baştan tavizli bir davanın takipçisi’ olmaktan ileri gidemediler. Hacıosmanoğlu yönetimi bunu TFF’ye verdiği dilekçede puan silme cezası talep ederek yazılı kayıtlara da geçirdi.

Bir tarafta, kapalı kapılar ardında MAA’dan küme düşürülmeme garantisi aldıktan sonra kameralar önünde “Puan silmeyin, bizi küme düşürün” diye atarlanan Ali Koç diğer yanda “Aman Fenerbahçe küme düşmesin, puanlarını silelim yeter” diyen Trabzonspor yöneticileri. Bu adalet sınavından tam not alarak geçenler ise sadece şunlar oldu: Trabzonspor’un hiç kimseye biat etmeyen taraftar kitlesi (Başbakan Trabzon’a her geldiğinde omzuna Trabzonspor atkısı saranları kast etmiyorum), futbolda adalet davası için Türkiye’de de Avrupa’da da her tür hukuki yola kararlılıkla başvuran Bucaspor ve şike davasını anlatırken “Adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun” diyen Fenerbahçeli savcı oldu. Ve tabii hangi takımı tutarsa tutsun bunlara destek veren gerçek futbol paydaşları…

Ülkenin ve kulübün manzarasını, karşısına geçip dizimizi dövelim diye tasvir etmedim. Şunu demek istiyorum: biz 2010-11 kupasını öyle ya da böyle alabiliriz, hatta üstüne maddi tazminat da alabilir, iade-i itibar görebiliriz ama bu ülkede bazı şeyleri değiştiremeyiz. Nedir onlar? Bu ülkede futbol sektörünün üçte birini Fenerbahçe taraftarı finanse ederken 3 partinin hiçbiri, ana akım medyanın hemen hemen hiçbir kalemi ve Trabzonspor’u yönetebilecek güce sahip isimlerin hiçbiri “adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun” demez, diyemez. O bir kere oldu: Aziz Yıldırım ve saz arkadaşları, şike için son derece ağır cezalar öngören yasaları kendi elleriyle çıkardılar, diğer takımların hukuki ya da ekonomik nedenlerle şikeyi akıllarından bile geçirmediği sezonda onlarca farklı telefon numarası üzerinden şifreleşerek gemilerini yürüteceklerini sandılar ve görevlerini gereğince yapan savcılar tarafından kendi kazdıkları kuyuya düştüler.

Meclis tövbeler tövbesi diyerek yasayı tırpanladı. Başbakan kişilerle kurumlar ayrılsın diye dünya sportif yargılama hukukunun alternatif doktrineri kesildi. Muhalefet partileri İsviçre’deki sportif yargılamanın Fethullah Gülen cemaatinin etkisinde yürütüldüğüne dair masalsı komplo teorilerinin sözcüsü olarak kendilerini kargalara bile güldürdüler. Ve birkaç yıl içinde eski düzen yine yerine oturdu, oturacaktır. Bu sezonki hakem kararları, malum takımın 90 artı bilmemkaçıncı dakikada “son anda” attığı goller ve spor basının manşetleri, gündemleri bunun göstergesi. Biz 2010-11 kupasını alsak da bu ülkenin tıyneti değişmeyecek. Peki ne yapmak lazım?

B. AVRUPA TEK HEDEF

Trabzonspor’un gelir kalemlerine baktığımız zaman Trabzonspor’un lig-kupa şampiyonu olmasına hatta ilk 3’e girmesine doğrudan bağlı olmayan çok önemli kalemler görüyoruz:

– Stat gelirleri
– Mağaza satışları
– TV yayın hakları ve
– Sponsporluk geliri

Bunlar Trabzonspor’un ligdeki konumuna doğrudan değil ancak dolaylı olarak bağlıdır yani art arda gelen başarısızlıklar nedeniyle takıma olan ilgi azalınca düşecek olan gelirlerdir.

Ligdeki başarıyla doğrudan ilişkili gelir kaynaklarına bakarsak:

Lig şampiyonluğu geliri: Trabzonspor için yaklaşık 60 Milyon TL (15 milyon TL’lik şampiyonluk primi, önceki şampiyonluklarla gelen prim, UEFA’nın doğrudan verdiği prim ve diğer kalemler dahil. Mukayese için bkz. http://spor.haber7.com/spor/haber/879202-100-milyon-tllik-sampiyonluk)
Lig ikinciliği geliri: Trabzonspor için yaklaşık 30 Milyon TL (12 milyon TL’lik ikincilik primi ve diğer kalemler) (http://www.dunya.com/sampiyonlugu-kazanan-milyonlari-da-kazaniyor-122630yy.htm)
Lig üçüncülüğü geliri: 20-25 Milyon (9 milyon TL’lik üçüncülük primi ve diğer kalemler)
Lig dördüncülüğü primi 6 Milyon TL, lig beşinciliği primi 3 Milyon TL, lig altıncılığı primi 1 milyon TL.
Tabii dördüncü ila altıncı olan takımlar performans ve UEFA’ya katılım primi da alarak orantılı ilave gelir sahibi olacaklar.

Türkiye’de başarının olumlu bedeli bunlardır. Olumsuz bedellerini ise en başta saymıştım.

– Aziz Yıldırım: Tamam da bu Trabzon’un falan gö….. kalktı.
– Adnan Polat: Ama federasyon bunlara yol veriyor.
– Aziz Yıldırım: Yarın Kayseri de kalkar, ötekide kalkar, hepsi kalkar.

diyaloğunu yapanların itibarını zerre kadar kaybetmediği hatta hala kahraman muamelesi gördüğü bu ülkede lig şampiyonu olan Anadolu takımına verilecek CEZA, 30 milyonluk ek getiriden çok daha ağır olabilmektedir. Biz 2010-11 için o cezayı hatta çok daha fazlasını çektik ve kupayı alana kadar gözümüzü budaktan sakınmamaya da kararlıyız ama Trabzonspor ülke yöneticilerinin, spor otoritelerinin de seviyesini bilip gelecek için ona göre gerçekçi politikalar izlemesi de rasyonelliğin gereğidir çünkü Türkiye’deki spor ahlakı önümüzdeki 5-10 yıl içinde pek değişeceğe benzemiyor.

Avrupa’ya Odaklanmak

Futbolda odaklanmak var mıdır? Önce bunun cevabını verelim. Evet bir takım her maça “as kadro” ile çıkamaz. Öyle yaparsa bir maçta başarı alır, ikincide alır, belki üçüncüde de alır ama ondan sonra takım dağılmaya başlar. Bu zaten, Türkiye’nin futboldan en iyi anlayan taraftar kitlesinin zaten gayet iyi bildiği bir husustur. Teknik direktörlüğün en önemli yanlarından biri de güçlü takımlar karşısına güçlü kadroyu saklayıp zayıf takımlar karşısında nispeten zayıf ekip çıkarmak, o maçları gençlere, takıma henüz adapte olmamışlara şans vermek için kullanmaktır ama bunun ölçüsünü bilmek de çok önemlidir. Aksi takdirde zayıf bir takıma yenilmek teknik direktöre güçlü bir takıma yenilmekten çok daha ağır bedel ödetir.

İşte bu noktada Trabzonspor’un gücünü Avrupa’ya saklaması, Türkiye ligine ise o kadar ağırlık vermemesi isabetlidir. Tabii bunları anlatırken Mustafa Reşit Akçay’ın ya da klüp yönetiminin yukarıdaki mülahazalarla hareket ettiğini iddia etmiyorum. Tahminimce bu sezon izlenen bu politikayı seçmelerindeki asıl neden sezon içinde sıcak para ihtiyacının çok kuvvetli olması ve bunun kaynağının da Avrupa olmasıdır. Sıcak para sıkıntısını hallettikten sonra, mesela önümüzdeki sezon Türkiye ligine odaklanmayı düşünüyor olabilirler. İşte bu yazıyı da o düşüncenin yanlış olacağını anlatmak için yazıyorum.

1- Avrupa Gelirleri

Ön eleme turları:
Kulüp 6. olduğu takdirde bile ön eleme turlarıyla ekstra gelir elde edebilir. Bunun toplam getirisi 1 milyon TL civarındadır. Dolayısıyla ligi 5. bitirmekle 6. bitirmek arasındaki mali gelir farkı kısmen azalmaktadır fakat ne performans göstereceği hiç belli olmayan, yeni kurulmuş Avrupa takımlarıyla oynamanın hiçbir büyük kulübün üstlenmek istemeyeceği bir risk olduğunu da belirtelim.
Gruplara çıkmak: gruplara çıkmak kulübe 7 Milyon TL’ye kadar getiri elde etme şansı vermektedir (Gruba çıkma primi+galibiyet primleri+grup birinciliği primi). Beraberliklere de galibiyetin yarısı kadar ödendiği düşünülürse, mağlubiyetsizliğin önemi biraz daha anlaşılır.

Gruplardan sonraki ilk turu atlamanın getirisi 200 bin Euro, ikinci turu atlamanın getirisi 350 bin Euro yani toplamda yaklaşık 1,5 milyon TL.

Çeyrek final galibiyeti: 450 bin Euro, yarı final galibiyeti 1 milyon Euro. Final maçını kaybeden 2,5 milyon Euro alırken kazanan ise 5 milyon Euro almaktadır.

Uzun lafın kısası Avrupa maçlarında istikrarlı bir grafik izleyen bir takım ligi hak etmediği sırada bitirse bile Avrupa’ya odaklanmanın getirisiyle bunu dengeleme şansına sahiptir. Ama her şey para değil. Daha önemli hususlar var.

Kaynak:
http://www.uefa.org/management/finance/news/newsid=1979895.html

2- Avrupa Hakemleri – Türkiye Hakemleri

Aradaki farkı dünyadaki herkes biliyor. Trabzonspor’un Avrupalı hakemler yönetimindeki maçlarının katledilme ihtimali pek yoktur.

3- Trabzonspor’un Cazibe Merkezi Olması

https://dikoyna.com/abdullah-avci-gorevinde-basarilidir/ adresindeki yazıda da açıklandığı üzere son 2 yıldır Trabzonspor’a sadece penaltı ambargosu uygulanmamaktadır (Hatırlayalım, Trabzonspor 28 nisan 2012’de kullandığı penaltıdan sonra ancak geçen ay yani 560 gün sonra penaltı kullanabilmişti); milli takıma futbolcu alınması konusunda da TFF tarafından sıkı bir ambargoya maruz bırakılmaktadır. Fatih Terim’in gelişinden sonra “Trabzonsporlu futbolcu yasağı”nın nispeten gevşemiş olması TFF’nin objektif bir kurum haline dönüşeceği anlamına gelmez.

İşte bu anlamda Trabzonspor’un Avrupa’ya ağırlık vermesi, Avrupa’da adı sıkça geçen, oyuncuları dünya pazarının ön sıralarında yer alan bir kulüp olması, yıldızı yeni parlayan genç yeteneklerin Trabzonspor’a yönelmesini sağlayacaktır. “Milli takım” kavramını İstanbul kulüplerin kimi başarılı-başarısız futbolcularını uluslararası pazarda parlatma paravanı hale getiren zihniyetin Türk sporuna verdiği zarar (ki bir zamanlar dünya sıralamasında 7. ola Türkiye bugün 42. sıraya düşmüştür) Trabzonspor’un Avrupa’ya odaklanmasıyla kısmen telafi edilebilir; Trabzonspor ülkedeki gerçek yeteneklerin kendilerini dünyaya gösterebildikleri bir adres haline gelebilir.

4- Trabzonspor Tüm Türkiye’nin Takımıdır

Şike ateşini söndürmek amacıyla basında yürütülen Trabzonspor’u karalama kampanyasında kaleme alınan yazıların bir kısmı da Trabzonspor’un “yerel” olduğu yönündeki kısır iddialardan oluşuyordu. Trabzonspor’un Trabzon iliyle, Trabzon’daki resmi kuruluşlarla olan ilişkilerini ön plana çıkaran bu yazılar sonucu şuraya getiriyordu: Trabzonspor, Trabzon’un takımıdır, İstanbul takımları (özellikle şike yapanlar) tüm Türkiye’nin takımıdır.

Öncelikle tabii ki şunu ortaya koymak lazım: BJK, Beşiktaş halkı tarafından değil Serencebey yokuşunda, sarayın da desteğiyle kurulmuştur. Galatasaray zaten bir semt adı bile değil lise adıdır (Bölgenin adı Galata’dır. Okulun eski adı da Galata Saray Lisesi’dir). Semt adını liseden almaktadır. Yani Galatasaray da bir yöre halkı tarafından değil belli bir zümre tarafından kurulmuştur. Fenerbahçe’yi de Galatasaray ve Kadıköy Saint Joseph Liseli, batı eğitimi almış gençler kurmuştur. Zaten Saint Joseph’in renkleri de sarı laciverttir. Bunlar futbol sporu popülerleştikçe halka mal olmuş, bölgesel anlam kazanmıştır.

Trabzonspor ise en başından itibaren Trabzon halkı tarafından kurulmuştur; kökünü doğrudan Trabzonlu gençlerden, halktan, esnaftan, ileri gelenlerden almaktadır. Yani İstanbul takımlarının yöresel köklerinin olmaması onlara ülkenin tamamını temsil etmekte tekel hakkı vermeyeceği gibi Trabzonspor’un Trabzon’da çok sağlam kökleri olması da Trabzon’un Türkiye’nin hatta dünyanın dört bir yanına yayılmış bir Türkiye takımı olduğu gerçeğini değiştirmez. Şenol Güneş’in ifadesiyle Trabzonspor “kökü Trabzon’da, dalları ise tüm dünyada olan ulu bir çınar”dır.

“Bize her yer Trabzon” sloganının anlamına 3 saniye olsun kafa yormamış, Trabzon’un 1970’lerin sonlarından beri hiçbir deplasmanda seyircisiz kalmadığını bilmeyen ve doğma büyüme Diyarbakırlı, Adıyamanlı, Kayserili, Ankaralı, Çorumlu, Konyalı, İzmirli on binlerce taraftarından haberdar olmayan bu kör otoritelere Trabzonspor’un salt Trabzon’a ya da Karadeniz’e ait olmadığın Türkiye’nin tümünün takımı olduğunu göstermenin en iyi yolu da Trabzon’un Avrupa’da kazanacağı başarılardır.

Gerçi başka takımlarının Avrupa rekorlarını daha kırılmadan tanımlayan spor basınımız Trabzonspor’un İtalya galibiyeti olan tek Türk takımı olmasına değinmemeye devam edecektir. Bir İstanbul takımı 3 yıl önce kurulmuş Rumen takımını yendiğinde ilk iki sayfayı o galibiyeti ayırırken Trabzonspor’un İnter galibiyetini 3 satır yazıyla geçiştiren spor basının bu ambargosunu kırmak zor olacaktır ama neyse ki sosyal medya pek çok konuda anaakım medyadan daha vicdanlı olabiliyor.

5- Bize Her Yer Avni Aker

Trabzonspor’un lig maçlarının vazgeçilmez adresinin Avni Aker olduğu konusunda kuşku yok. Ancak şu da bir gerçek ki Trabzonspor camiası İstanbul’un en büyük stadını 60 bin kişiyle doldurabilecek, aynı şekilde Ankara’nın, İzmir’in ve Bursa’nın en büyük stadını tamamen kendi taraftarıyla doldurabilecek kadar büyük bir camiadır. Ama özellikle İstanbul’daki Trabzonspor taraftarı deplasman yasağı yüzünden büyük mağduriyet yaşamaktadır fakat TFF hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da Fenerbahçe ile Galatasaray’ın sözünün dışına çıkacak gibi görünmemektedir.

Avrupa maçları ise İstanbul kulüplerinin sebep olduğu deplasman yasağını gidermek için verimli bir kanal olarak kullanılabilir ve Trabzonspor’un hiç olmazsa bazı Avrupa maçlarını Türkiye’nin büyük şehirlerindeki Avni Aker’lerinde oynaması temin edilebilir. Bu sayede hem taraftarın daha geniş bir kesimi kulübünü destekleme olanağı bulur hem de taraftarın yaratacağı maddi hasılat evsahibi kulübün kasasına değil Trabzonspor’un kendi kasasına gitmiş olur.

İşte bu yüzden Trabzonspor lige asılmak yerine her halükarda Avrupa maçlarına gidebilecek sıralamaya girmekle yetinmelidir ve eğer Avrupa’da uzun vadede tutunabilirse sahip olacağı nüfuzu Avrupa’yı Türkiye’den korumak için kullanmalıdır yani Şenes Erzik gibi yöneticilerin, Düdüklerin Sessizliği yazısında bahsettiğim türden hakemlerin Avrupa’ya girmelerine, sportmenliğin temsilcisi olarak engel olma ödevini ifa etmeli, Avrupa’nın kirlenmesinin önüne geçmelidir.

SONUÇ:

Trabzonspor bunu resmi politika olarak alenen benimsemeli, şikeyi koruyagelen takımların içi boş meydan okumalarına kulak asıp emeğini emek hırsızlarına ziyan ettirmekten kaçınmalıdır. Bunun günahı bize değil AKP’ye, CHP’ye, MHP’ye, spor basınına ve diğer otoritelere yazılır.

Peki bu politika yani Avrupa’ya odaklanma, Türkiye ligine çok asılmama politikası ne zamana kadar izlenmelidir? Şu zamana kadar: Türkiye’ye bir gün bir başbakan gelir ve o başbakan ülkenin tüm takımlarına eşit mesafede, ceza ve spor hukukunun gereğini yapar. Bir TFF başkanı gelir ve İstanbul takımlarına değil Türk futboluna hizmet eder. Bir Trabzonspor başkanı gelir sadece kupa için değil gerçek adalet için mücadele eder. Bir zaman gelir Türkiye dünya hakemliğinin utanç sayfası olmaktan çıkar. İşte o zaman Trabzonspor’un, ligde hak ettiği sıralamaya çıkmak için mücadele etmesi rasyonel bir davranış olur.

One comment
  1. Yazın çok enfes olsada katılmadığım tek konu Trabzonspor’un en önemli hedefinin Avrupa olması gerektiği. Bence Türkiye Ligi ve bu ligte 3 Bizans takımına ayar vermek en önemli amacımız olmalı.
    Birde bu sitede daha çok yazı bekliyoruz. Yazılar arasında çok fazla zaman var. Ekşi’ye ayırdığınız zamanın küçük bir kısmını siteye ayırmanız daha yararlı olacaktır zannımca..

Bir Yorum Yazın