ŞAMPİYONLAR LİGİ ÖNCESİNDE

Evet, nihayet özlenen, yıllardan beri beklenen an geldi de çattı. Trabzonsporumuz bu sene biraz gecikmeli de olsa bileğinin hakkı ile Şampiyonlar Ligi’nde. Dolayısı ile “Karadeniz’imizin bordo mavili ekibi her şeyden önce umarım Türk futbolu ve Türkiye’yi en güzel şekilde temsil edecek ve kulübün şanlı tarihinde yepyeni altın sayfalar açacaktır inşallah” diyerekten söze başlayıp bir kaç satır kaleme almak isterim. Camia olarak da hepimizin cümleten yolu açık olsun.

Kura çekimine istinaden, bu şartlarda çekilebilecek bizim için en iyi rakiplerle eşleştiğimizi düşündüğüm grubumuzun 14 Eylül Çarşamba gecesi oynanacak ilk maçına dönersek, grubun bizim açımızdan en zor maçı olarak nitelenebilecek bir deplasman ile başlayacak olmamız nedeni ile bir taraftar olarak rahatım ve hatta rahatlığın ötesinde, ben bu maçın başlamasına bir kaç gün kalmışken takımımdan gayet umutluyum. Ne olursa olsun, öncelikle eski yıllardan da gördüğümüz üzere İtalyan takımlarının şu son dönemlerdeki kötü halimizde bile Türk takımlarına ters gelmeyeceğine inanıyorum. Bir de, bunun üstüne İnter’in de kadrosunda kilit bölgelerde değişiklik yaşamış olduğu göz önüne alınırsa, Trabzonspor olarak bizim kadromuzun daha oturmadığı mazeretine sığınmak da olmaz. Yani kulüplerin tecrübeleri ve oyuncuların şöhretine, aldıkları ücretlere bakmaz isek şanslar ve şartlar eşit gibi duruyor. Sonuçta bana göre futbol, hele ki günümüz futbolu; her zaman 11’e 11 karşılıklı olarak başlayan ve ekstra durumlar hariç daha çok yıldızı olanın değil, takım ruhunu daha iyi yakalamış olanın avantajlı olduğu bir takım sporudur.

Ayrıca, yine bu maç öncesinde Trabzonspor için şöyle bir avantaj var bu sene diye düşünüyorum; Benfica ve A. Bilbao ile fazladan oynadığımız 3 Avrupa kupası maçı. İkisi de Avrupa futbolunun en hızlı oynandığı Portekiz ve İspanya futbolunun önemli temsilcileri idi. Hani resmi olarak kayıtlara nasıl geçecek veya geçti bilemiyorum ama Avrupa kupası statüsünde kıran kırana oynanan bu üç maç, gerçekten de şampiyonlar ligi öncesinde bizim adımıza çok iyi hazırlık maçları oldu. Bilhassa Olimpiyat Stadı’nda canlı izleme şansını elde ettiğim Benfica maçı hakkında şunu çok net söyleyebilirim ki, daha önce de bir çok kez İtalyan takımlarını stadda canlı izleme şansını yakalamış biri olarak, bir İtalyan takımının, İnter bile olsa, bizi bu Portekiz takımı kadar sürklase edebileceğini düşünmüyorum. Ki sürklase etmek derken, son yarım saatten fazlasını 10 kişi tamamladığımız halde berabere biten bir maçtan bahsediyorum. Velhasılı, bu maçlarda görülen kırmızı kartların açtığı yaraları bir kenara koyarsak, bu maçlarda takımın ve yeni oyuncuların neler yapabileceğini gördük ve hatta bunun üzerine bir çoğumuz beğenmese de kısıtlı imkanlar ve zaman dahilinde, eksik bulunan bölgeler için uluslararası tecrübeleri yüksek ve maliyetleri düşük takviyeler yapma şansımız oldu.

 

Fikrim o’dur ki;  Trabzonspor bu grubu ilk ikide bitirecek güce, kadroya ve camia olarak futbol birikimine sahiptir. Bu hafta sonu oynanan ligin ilk haftasındaki Manisaspor maçı Trabzonspor için kesinlikle bir ölçü olmamalı. Moral filan bozmamalı. Belli ki bizim taraftarlar olarak aklımız ne kadar İnter maçında ise, oyuncuların da, daha önceden bunu tecrübe etmiş bir kaç tanesi hariç çok büyük bir çoğunluğu, hayatlarında ilk kez çıkacakları Şampiyonlar Ligi maçı yüzünden aynı şekilde sahada sadece bedenleri ve formaları ile yer alabildiler. Şenol Güneş’in yeni transferleri bu maçta sahaya sürmeyeceğini düşünüyordum, muhtemelen Bilbao deplasmanına çıktığı kadro ile çıkacaktır, hani kart cezalıların değişen durumu hariç diyordum ama son gelen haberler, yeni transferler Sapara ve Vittek’in kart cezalılarından doğan boşluklar nedeni ile bu maçta sahaya sürülebileceği yönünde. Böyle bir tercih olursa açıkçası ben Trabzonspor’un geçen sene Bursaspor’un düştüğü duruma düşmesinden korkarım. Hani transferi henüz iki haftayı geçmemiş isimlerden bahsediyorum; Vittek, Cech ve Sapara gibi. Bursaspor da geçen sene yeni transferleri ilk onbire monte edip şampiyon olan kadroyu bozmuştu ve ilk çıktıkları şampiyonlar ligi maçlarını bildiğimiz Bursaspor’un çok uzağında, kötü bir oyunla farklı skorlarla kaybetmişlerdi. Tabii ki bu durumda hemen itiraz edip, Trabzonspor’un geçen seneki kadrosu zaten bozuldu diyebilirsiniz, evet haklısınız, fakat unutulmaması gereken bir durum var ki, onların yerine gelen Zokora, Henrique, Adrian, Halil ve hatta Cellutska gibi yeni transferler, takım sezonu erken açtığı için yaklaşık iki ayı aşkın bir süredir eskilerle beraber kamp yaptılar, hazırlandılar ve iyi kötü bir şekilde takıma uyum sağladılar. Bakalım, sonuçta kadro konusunda Şenol Hoca elindeki malzemelere bakıp, en iyi kararı verecektir elbette.

Gidenlere bir kaç cümle ayırmadan da edemeyeceğim yeri gelmişken. Egemen’i pek arayacağımızı düşünmüyorum, her fırsatta dile getirdiğim üzere çok dağınık ve hata yapan bir defans oyuncusu. Tribünlere oynaması bir yana, hırsı ve tecrübesine saygım var ama Giray’ın ondan çok daha iyi , özverili ve istikrarlı olduğunu zaman bize gösterecek. O yüzden onu bir kenara koyuyorum, asıl orta sahada Selçuk ve forvette Umut büyük kayıplar. Yerlerine alınan oyuncular aynı özveri ile formalarını terletebilecek mi bunu da zaman gösterecek. Sonuçta Umut’a kızmıyorum, kendisine verilmiş bir söz vardı ve kulübe para kazandırarak gitti ama Egemen ile Selçuk adeta kaçtılar. Hani muhtemelen ikisi de Şampiyonlar Ligine direkt katılma şansı olsa idi takımda kalacaklardı. Kalacaklardı ya, belki de iyi oldu, bu vesile ile gerçek yüzlerini göstermiş oldular, kendilerine hakettiklerinden fazla itibar eden bazı taraftarlara. Muhtemelen bir buruklukla eski takım arkadaşlarını televizyonlarının başında izlerken, destekleyeceklerdir takımımızı kalplerinden, ama varsın olmasın destekleri, biz onları artık unutmalıyız…  Bu arada diğerlerinin ise zaten şu an eksikliği hissedilmiyor, yani ne Engin ne Cale ne Ceyhun ne de Jaja yerleri dolmayacak oyuncular değildi. Bir tek, düşününce takımın sembolü olmuş, kulübede bile olsa her an oyuna girebileceği fikri ile heyecan veren Yattara’ya üzülüyorum. Sonuçta kendi gidenler hariç, diğer kalanının hepsi Şenol Hoca’nın kararı idi, ve bu takımı bu seviyeye Şenol Güneş getirdi, gene gerekli olanı yapacak, daha iyi bir takım yaratacak da kendisidir, kararlarına çocukluğunda kendisini kahraman bellemiş bir taraftar olarak her daim saygı duyuyorum.

Şenol Hoca demişken, önümüzdeki bu maçın bir başka anlamı daha var seneler öncesinden gelen. Bundan tam 28 yıl önce oynanan bir Avrupa Kupası eşleşmesi vardı: gene bu iki takımlar arasında oynanmış Uefa kupası 1. tur maçları. 14 eylül 1983’de Trabzon’da oynanmış ve Avni Aker’de Tuncay Soyak’ın attığı golle Trabzonspor’un 1-0 kazandığı maçın rövanşında bu iki ekip gene karşı karşıya gelmişlerdi 28 eylül’de İtalya’da. Daha bir sene öncesinin (1982) dünya şampiyonu İtalyan milli takımının oyuncularını da, ki en önemlisi Altobelli olan yıldızları kadrosunda bulunduran ve ilk maçta gerçek bir şok yaşamış İtalyanların, dakikalar ilerleyip de goller gelmeyince, her türlü hazımsızlığı gösterip, kavga gürültü hakemin de desteği ile on kişi bıraktığı ve en sonunda ilk yarısında kafasını yardıkları Kaleci Şenol’u da adeta döverek, biri penaltıdan, diğeri de 88. dakikada gelen golle zorla 2-0 kazandığı ve turu atladığı maç.

Hatırlayanlar vardır elbet, Türk futbolunun ve Trabzonspor tarihinin efsane maçlarından biridir o maç da. 8-9 yaşımda iken radyo başında dinlediğim o maçı ben hala çok net hatırlıyorum. Şenol Güneş ve Trabzonspor’lu yöneticiler ve teknik adamlardan o gün sahada olanlar, her ne kadar o günün hesabını hala yapmıyor olsa da, bir taraftar olarak ben yapıyorum ve bu maçı kazanmalarını çok istiyorum. Dediğim gibi, sırf bu gün yüzünden bile benim için ayrı bir güzel hatıra olacaktır. Hiç yabancı oyuncunun olmadığı o takım ile; hatta geçtim yabancıyı, Karadenizli olmayan belki bir kaç oyuncunun olduğu Trabzon’lu amatör gençlerden oluşan o kadro ile bugün on iki yabancının olduğu ve toplasan bir elin parmağını geçmeyecek sayıda Trabzonspor altyapısından yetişmiş oyuncuyu dahi elinde bulundurmayan bugünün kadrosunu kıyasladığımızda, o zamanki takım ruhunu beklemek ne kadar gerçekçidir bu takımdan o da tartışılır ama, elbet bu formayı üstüne giyen herkese o gün sahada bulunan ve o günleri yaşamış olan abileri gerekli hatırlatmayı yapacaktır diye düşünüyorum.

Ve neticede artık geri sayım başladı. Kötü ihtimalleri düşünmek istemiyor insan ama neticede futbol bu, rakip de koskoca İnter ama ne olursa olsun, en zor deplasman da olsa, akabinde Avni Aker’de çıkacağımız ve geçtiğimiz senenin Fransa Şampiyonu Lille ile oynayacağımız maç öncesi moral olması açısından da çok önemli bir adım olacaktır buradan alacağımız bir galibiyet. Zaten buradan çıkacak bir galibiyet sonrası ben Avni Aker’i hayal bile edemiyorum. Allah yüzümüzü kara çıkartmasın.

Bir Yorum Yazın