SAHİBİNDEN SATILIK GAZETECİ

Yazı yazmadan önce bazen dolmak, bazense  sinirleri dingin limanlara bağlamak gerekiyor.  Aylardır yazıyoruz; dikoyna’da, ekşi’de, twitter’da, forumlarda… Hatta pek çoğumuz mail kampanyalarıyla her gün onlarca mail gönderdi bir yerlere.  Beklendiği gibi de oluyor ülkede işler ve baktıkça sinirlerin dingin limanlara demir atması zor geliyor.

3 Temmuz ile başlayan o malum süreçte bir iki kişi hariç dik duramayan bir futbol ailesi var karşımızda… Özellikle yan duran onlarca spor yazarı…

Ulusal medyanın dik duran spor yazarlarından bir- iki örnek vereyim… Uğur Meleke bugün isyan eden figürlerden biri, o zamanlar lig başlasa da futbol konuşsak diyenlerden.  Pisliğin kurutulmadığı bir yerde şimdi iyice çamurun içinde çırğındığının farkında, ama yarın yine futbol konuşalım deme olasılığı???

Mehmet Demirkol… Yarın karar verilir ve Fenerbahçe ligden düşerse iki yıl kaybeder diyordu sürekli, arkasından da yeter artık futbol konuşalım diyordu. Keşke imkanım olsa da sorsam futbol konuşabiliyor musun diye…

Ali Ece… Sevgili isyankarımız da yeter artık futbol konuşalımcılardandı. Merak ediyorum bugün yanında yorumcu olarak oturduğu ve şikeyi normal görenlerle  yaptığı programlardan sonra pişman oluyor mu?

Bu üç isim spor medyasındaki en isyankar sesler olarak görüldüğü için hatırlatma isteği duydum.

Aslında dönüp bakıyorum geçen zamana ve NTV SPOR bünyesinde çalışan sadece tek isimden  TRABZONSPOR yorumu duymanın bana zevk verdiğini görüyorum. Ceyhun Gülselam Galatasaray’a transfer olduğunda bazı şeyler söylemişti ve bunlara karşılık herkes suspus olmuşken sadece biri yanıt vermişti. Trabzonspor büyük bir kulüp, sen  Almanya 3. liginden Galatasaray’a gelmedin,  insanları kırmak için böyle şeyler söylemen yanlış demişti o kişi. O, Murat Kosova’ydı.  Trabzonspor Avrupa maçı oynarken süremiz bitti diyerek maçı yorumlamayan, ama dandik bir lig maçı için canlı anlatım programları yapan bir kanaldan bahsediyoruz sonuçta.  Yayın müdürü aman o toplara girmeyelim, bakın havalar ne kadar güzel modunda zaten. Ne yapsın adam, Aziz Yıldırım sonrası Fenerbahçe başkanlığı koltuğunun en güçlü adaylarından olan patronunu zor durumda mı bıraksın??? Bu devirde gazeteciliğin hakkını vermek gerek sonuçta….

Misal TRT’de kadroda yer almak lazım… Ana kumanda ne diyorsa onu demek lazım.  Sabahın köründe  Türkiye’de futbol harika, hiçbir sorun yok demek gerek lazım. Trabzonspor bas bas bu gazete bana düşmanca saldırıyor derken o gazetenin genel yayın yönetmenine Trabzosnpor’u yorumlatmak lazım.  Şike sürecini o kişiye yorumlatmak lazım.  Terse düşemezsin.  TRT gibi bir kurumda sabah 2.5 saat program yapıp 3 takım dışındakilere 5 dakika ayırmamak gerekiyor artık.  Çünkü büyük patron Fenerli. Çünkü büyük patron ancak Trabzonspor atkısını Meydan’da Akyazı’ya stad yapıyoruz dediğinde takıyor.  O gün hariç yapılacak işler belli. Patron havla derse havlamak gerek artık, hem de en güçlü şekilde.

 

Birkaç gün önce bir köşe yazarı istifa etti gazetesinden. Çünkü Rasim Ozan Kütahyalı ile aynı gazetede çalışmak istemiyormuş ve İbrahim Seten’in Aziz Yıldırım’a kurulan komplonun başında olduğuna kanaat getirmiş. Bu görüşünü desteklerken de 3 Temmuz ile başlayan süreci öne koymuş. O süre zarfında pek çok kez İbrahim Seten’in söylemlerine tanık olmuş… Ama bu abimiz nedense komplonun başındaki kişi nedeniyle değil de başka bir ismin gazeteye transfer olmasıyla ayrılma kararı vermiş. Bu şahıs hangi spor yazarıydı diye sorsanız, yanıtım spor yazarı değil astroloji yazarıymış  olur. Hani vardır ya gazete manşetleri “başkanım beni al” şeklinde… Yazar burada o manşeti atmış işte. Türkiye ilginç… Artık gazeteciler direkt kendilerini satılığa çıkarır hale gelmiş.

 

Uzun uzun yazabiliriz, sayfalar dolusu malzeme var etrafta… Daha önce de yazdım sayfalarca…

 

Satılık gazeteciler deyince aklıma kaç gündür devam eden  kayıplarımız geliyor. Dik oyna ailesi olarak   aslında her gün bir baş sağlığı mesajı yayınlamak istiyoruz, ama olmuyor. Artık çift haneli şehit haberi gelmeyince az deyip geçer olduk.  Her şey harika çünkü ülkede…  Vapurlar filan…  Sesimizi çıkarsak ne olabilir ki; gazeteciler sayesinde bugün ülkenin yüzde 60-70lik kısmı ülkede terörün bitme noktasında olduğunu sanıyor.  Her biri 1000 taneden fazla  kupadan daha değerli olan şehitlerimiz için yapabilecek hiçbir şeyimiz yok… Bir ülkenin özgürlüğü medya gücündeyken sahip olduğumuz medya  satılık birer kukla… Bu yazıyı okuyup siyasete girdim diye sinirlenen çok kişi olacaktır, ancak siyasetin iğrençliğinden kaçtığımızda karşımıza çıkan sonuç yine aynıyken değinmeden geçemezdim.

Bugün  şehitlerimizin ailelerine baş sağlığı dileyecek yüzüm yok,  sıcak evimde oturup yazı yazıyorum rahatlıkla… O ailelerin üzüntülerinin nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemiyorum. Maalesef bu ülkedeki medya o  hüzne her gün tanık olup sadece reyting amaçlı kullanacak kadar şerefsiz.

 

Yazı çok daldan dala oldu, farkındayım… Türkiye gibi…

Hüseyin Cavit’in yazdığı gibi:

 

ne aşk olaydı, ne aşık, ne nazlı afet olaydı,
ne hilkat olaydı, ne halik, ne hasret aşkı olaydı.
ne dert olaydı, ne ilaç, ne eğlence olaydı, ne matem,
ne kavuşma yeri, ne ayrılık derdi olaydı.
gönülde muhabbet nuru, gözümde zulmet perdesi…
ne nur olaydı, ne zulmet, ne böyle yaratılış olaydı.
nedir bu acımasız yaratılış, bu perdeli hikmet?
bu zulme karşın n’olur bir de adalet olaydı.
tükendi takatim, sabrım, adalet! ah, adalet!
ne önce öyle saadet, ne böyle alçalma olaydı.

Bir gün adaletin  hüküm sürdüğü bir Türkiye’ye uyanmak dileğiyle…

Bir Yorum Yazın