MUHAMMED ALİ

Çocuktum bile diyemeyeceğim kadar küçüktüm ilk kez ismini duyduğumda. Evet, maçın tarihine baktım da; 3,5 yaşındaymışım o ünvan maçında ama bir şekilde ilk hatıralarım arasında hayal meyal onun ismi de yer alır işte o maç vesilesi ile. Her ne kadar futbol olsa da çoğu zaman konumuz Dik oynamaktan bahsedince dik oynayanların sayfasında ondan bahsetmemek, onun ismini anmamak olur mu diye düşündüm. Şöyle bir toparlayayım belki kimdir bu adam bilmeyenler vardır diye. Veya onu şu andaki hali ile yaşlı ve hasta bir adam olarak görenler için bir hatırlatma olsun…

Hayal meyal hatırlıyorum işte o maçı, 1978’in Eylül’ünde Muhammed Ali bir ünvan maçına çıkıyordu. 7 ay önce Leon Spinks’e kaybettiği Dünya Şampiyonu ünvanını ve kemerini geri almak için çıktığı bir maç imiş… Tarihine bakıyorum da kardeşim doğmadan tam iki gün önce imiş o maç, komik. Boks ve güreşi seven babam için efsane bir isimdi ve haliyle benim için de tabii, henüz o küçük dünyamda daha hiç bir şey oturmamışken, babamdan bile güçlü ve onun dediğine göre dünyanın en güçlü adamı idi Muhammed Ali.

Sadece bizim için mi peki? Tabii ki hayır, muhtemelen o senelerde tüm dünyadaki Müslümanlar için bir efsane idi. Aslında Muhammed Ali 1942 yılında Kentucky eyaletinde “Cassius Marcellus Clay” adı ile dünyaya gelmişti. 1960 yılında henüz 18 yaşında iken Roma Olimpiyatlarına katılarak 81 kiloda Olimpiyat Şampiyonu olmuştu ABD adına. Roma Dönüşünde ise profesyonel olmuş ve bir bir rakiplerini devirerek önemli başarılar kazanmıştı. 3 seneden çok az daha uzun bir sürede aldığı 19 maçta 19 galibiyet ile 1964 yılının 25 Şubatında Dünya Şampiyonu Sonny Liston karşısına Dünya Ağırsıklet Şampiyonluğu maçına çıktığında artık onu herkes tanıyordu.

Ama maçtan iki gün önce yaptığı açıklama ile Müslümanlığı kabul ettiğini dünyaya duyurması ve üstüne ünvan maçında da 7. raund başlarken omzundan sakatlanan ünlü rakibini teknik nakavt ile yenerek 22 yaşında Dünya Ağırsıklet Boks Şampiyonluğunu kazanması ile tüm dünyanın gündemine bir bomba gibi düşmüştü genç boksör Cassius Clay.

Akabinde Amerika’daki siyahi Müslüman kesimin lideri Malcolm X ile beraber gittiği bir gezide yeni isminin Muhammed Ali (Muhammad Ali) olduğunu açıklamıştı.

İlk başta çoğu kişi bu durumu kabul etmemiş hatta çoğu gazeteci ve televizyoncular onun için uzunca bir süre daha Clay ismini kullanmaya devam etmişlerdi ama o ısrarla Ali ismini kullandı ve bir süre sonra bu durum Amerika’da muhafazakar Hristiyan kesiminden tepki toplamaya başladı. Siyahların yeni yeni haklarını elde etmeye başladığı bu yıllarda bir siyahın, üstüne üstlük bir Müslüman siyahın Amerika ve Dünya Şampiyonu olması büyük tepki görüyordu. Bir de üstüne Muhammed Ali Vietnam savaşına karşı olduğunu açıkladığı gibi, bir sene sonra askere çağrılınca savaşa gitmeyi reddetmesi ile kıyametler kopmuştu.

Evet 1966’da şu sözleri söylemişti Dünya Şampiyonu Ali:

I ain’t got no quarrel with them Viet Cong… they never called me nigger.
No, I am not going 10,000 miles to help murder, kill, and burn other people to simply help continue the domination of white slavemasters over dark people the world over. This is the day and age when such evil injustice must come to an end.
Why should they ask me to put on a uniform and go ten thousand miles from home and drop bombs and bullets on brown people in Vietnam while so-called Negro people in Louisville are treated like dogs and denied simple human rights?

Kaba bir çeviri ile şunları diyordu yani Ali:

“Vietkonglular ile neden bir problemim olsun? Onlar bana hiç bir zaman zenci demedi ki.”

“Hayır, 10000 mil gidip beyaz köle tacirlerinin dünyadaki diğer daha koyu tenli insanları öldürmesine, yakmasına yardım etmeyeceğim. Bu tarz kötü adaletsizliğin sonunun gelmesi gerektiği gün ve çağdır bugün.”

“Louisville’de Zenci dedikleri insanlar köpek gibi muamele görüyor ve insan hakları ihlal ediliyorken ne hakla benden onbinlerce mil gidip, üstüme de bir üniforma giyip Vietnam’da koyu tenli insanlara bomba ve mermi yağdırmamı bekleyebiliyorlar.”

Yoğun bir propaganda ile karşı karşıyaydı, kendi aleyhinde yapılan bir çok haber vardı; neticede inancı uğruna bu sisteme karşı gelmişti ve korkusu yoktu, fikirlerini ringde olduğu gibi korkusuzca her ortamda insanlara karşı dile getiriyordu. Ama dediğimiz gibi savaş karşıtı sözlerinin akabinde bir sene sonra 1967’de savaşa gitmeyi reddedince 20 dakikalık bir mahkeme sonucunda jürinin kararı ile Dünya Şampiyonluğu ünvanı elinden alınmış ve hatta boksör lisansına el konulmuştu Ali’nin.

Fakat bu sırada savaş karşıtları güç kazanmış ve Ali’ye tüm dünyadan destek çığ gibi büyümeye başlamıştı. Nihayetinde 1970 yılında boksör lisansını geri aldı Muhammet Ali ve tabii ki kısa zamanda yaptığı maçlar ile ünvanını da.  Ama 1971 yılında Joe Frazier’e hakem kararı ile kaybederek kaybetti bu ünvanını. Profesyonel kariyerinde ilk mağlubiyeti idi Ali’nin bu. Akabinde yaptığı bir çok maç ve nihayetinde  28 Ocak 1974′te Joe Frazier ile yaptığı maçı kazanarak önce rövanşı ve gene aynı yıl George Foreman ile Zaire’de yaptığı maçı kazanarak da Dünya Şampiyonluğu ünvanını geri almıştı 32 yaşında. 1978’in Şubat 15’inde 36 yaşında iken Leon Spinks’e kaybedene kadar koruduğu üzere Dünya Ağırsıklet Şampiyonu idi.

İşte o hayal meyal varlığını hatırladığım New Orleans’daki maç bu maçın rövanşı idi (güya televizyondan seyretmişiz Missisipi’de iken biz ama) ve ben hatırlamasam da Muhammet Ali kazanmış, 36 yaşında bir kez daha ünvanını geri almıştı.

Boksu bıraktığını açıkladıktan sonra iki maç daha yaptı M. Ali, 1980 ve 1981 yıllarında yaptığı bu iki maçı da kaybetti. ki 1984 yılında Parkinson hastası olduğu resmen ilan edilse de, bu maçlara çıkmadan önce de hastalığının söylenti olarak dolaştığını ve hatta babamın “ne yapıyor, bu halde bu yaşta boksa devam edilir mi, sağlığı ile oynuyor” diye 1981’deki maçta onun için üzüldüğünü hatırlarım.

Evet, o dünyanın en güçlü adamı ve kendi dediği gibi en büyüğü idi (The Greatest). Dedim ya, babam bana hep onu anlatırdı çocukken; ringde rakibi etrafında devamlı dansetmesini, rakibi ile alay etmesini ve hazır cevaplığı ile beraber iddialı demeçleri ve kendine güveni ile karşıdakini sinirlendirmesini çok iyi biliyordu ama öte yandan mütevaziliği ve halka ve insanlara yakınlığı ile de bir o kadar sevilen bir kişi idi. Neticede o sadece spor ve boks anlamında değil, temsil ettiği değerler açısından da dünyadaki milyonlarca kişi için büyük bir kahramandı.  O döneminin en güçlü adamı idi ama nihayetinde dünyanın en güçlü adamı bile bir gün güçten düşecekti ve düştü de. Hem de belki inandığı Yaradan’ın kendisini en zor şekilde sınayacağı bir imtihanı ile güçten düştü, evet o bile sağlık konusunda insanın ne kadar aciz olduğunu bizzat yaşadı ve hala yaşıyor.

“I’m young, I’m handsome, I’m fast, I’m pretty and can’t possibly be beat. “

Yani “Gencim, Yakışıklıyım, Hızlıyım, Sevimliyim ve Yenilmezim” diyen ve tüm rakiplerine korku salan bu delikanlı artık hiç de hızlı değildi. 1996 Atlanta Olimpiyatlarında Parkinson iken o titreyen hali ile olimpiyat meşalesini uzun bir sürede yakmasını çoğumuz hala hatırlarız.

Evet o bizim, yani babam ve ben için büyük bir kahramandı, ama hepsinden öte dünya spor tarihinde bir efsane idi. Ringlerde “Kelebek gibi dansederim, arı gibi sokarım” diyen bu adam bir yandan da aslında, hani Kazım Koyuncu’nun Trabzonspor için söylediği gibi;  “Beyazların egemenlik sürdüğü Hristiyan Amerika’da statükoyu deviren Siyahi ve Müslüman bir boksör” idi. Ringde ve hayatta her zaman dik oynayan ve oynamaya devam etmekte olan, inandığından yılmayan bir kahraman…

One comment

Bir Yorum Yazın