ÇOCUK KAFASI

Dozer Cemil

Bana Dozer Cemil anlatırlardı ufakken. Topa öyle bir vururdu ki önüne birisi geçse kemikleri paramparça olurdu derlerdi. Defterime çizerdim. penaltı atan şişman bir adam. top ok işaretlerinin arasından gidiyor gidiyor ve kalecinin üzerine çarpıyor. Altına bir kare daha. Trabzonspor:5 Brezilya:0 . Trabzonspor’u milli takım olarak görmek çok başka bir yazının konusu, aman. Buradaki sadece çocuk kafasının tezahürü. O’ndan gücü öğrendim.

Şenol Güneş’in kafamdaki imajımı önceki yazılarımda belirtmiştim. Hani şu camilerin minarelerine kadar uçabilen adam. O’ndan öğrendiklerimin ve öğreneceklerimin sonu yok gibi.

Lemi Çelik

Lemi Çelik. Bırakın Özer’i, son yıllardaki konuşmalarını, hal hareketlerini falan kenara. Çocuğuz daha. Aklımız henüz almıyor kötüyü, çirkini. Bir adam var izliyoruz. 2 numaralı forma sırtında. Yok, hayır o meşhur “ha bu numara gol atar mi la” dan bahsetmeyeceğim. Biliyorum, atamaz. Atmasın zaten. Dursun dünya, Şota ışınlansın oraya, atsın boş kaleye, gol kralı olsun. Beni çıldırtan olay başka. Ben sabahtan akşama kadar sokakta, yaylada top oynayan ufak bir uşağım daha. Bana birileri O’nun bir gün parasını almak için kulüp binasına gittiğinden bahsediyor. Kulüp binası dediysek öyle hemen plazalar gelmesin aklına. Çocuk kafasındayız. Müdür odasına gidiyor Lemi. Bir masa iki sandalye var. Bir de çelik para kasası. Hani şu Dalton’ların hep patlattığı. Geliyor Lemi. Diyor ki “başkanım benim alacağım vardı” aldığı cevap “Oğlum kasada hiç para yok.”.Çıkıyor Lemi. Bir dakika. Bu adamlar Trabzonspor formasını giyip, haftada bir gün maç oynayıp,ben ve benim gibi milyonlarcasının karşısına çıkıp para da mı kazanıyorlar? Yeni öğreniyorum bunu. Hayallerim yıkılıyor. Endüstriyel futbol daha 8 yaşımda canımı çok acıtıyor. İşte o Lemi beni bu lanet oyuna tekrar aşık ediyor hikayenin devamında. Bankaya gittiğini ve veznedeki yaşlı kadına uzattığı nüfus kağıdı geliyor gözümün önüne dinledikçe. İktisadi bilgim o kadar. Annemle bankaya gitmek ve annemin kadına kimliğini uzatması. Kadının ona maaşını vermesi. Eve gidene kadar annemi kandırabilme ihtimali, belki bana bordo mavi bir top ya da önünden geçerken bakmaya doyamadığım “batistuta” formasını aldırabilmek demek benim için banka. İşte o Lemi yaşlı kadından parasını bir çantaya koyduruyor, gidiyor kulüp binasına ve diyor ki “başkanım madem paramız yok, benim bütün param budur bulunsun kasada”. Miktarı soruyorum babama. Söylediği rakam 6 haneli adetlerde Eti Cin’le denkleşiyor. Aklımı yitiriyorum. Aşık oluyorum baştan futbola, Lemi’ye, Trabzonspor’a. O’ndan endüstriyel futbola karşı romantik kalabilmeyi öğrendim.

Şota Arveladze

Şota’nın büyüsü. Sabahtan akşama kadar ardarda 10’a yakın maç yapıp akşam eve girmek. Üstünü değiştirmeyi, su içmeyi, tuvalete gitmeyi dahi akıl edemeden televizyonu açmak, O’nu izlemekti. Ne yayın ihalesin, ne cine 5’i teleon’u. Dünyanın en iç karartıcı jeneriğyle show tv yazısının altında, o’nun içerisi sarı ile boyanmış şekilde spor yazar, başlardı maç.Şota neydi biliyor musun? Hayatının en kara gününü yaşarken, bir hafta sonra o gol kralı oldu diye bayram yapmaktı. Ama o gollerinden çok başka izler bıraktı bana.. Babam için hayatta sadece bir kaç öncelik var. Sağlık, Dürüstlük ve Mustafa Kemal. Hayatımda ilk yediğim dayak, kendisinden para isterken, paranın üzerindeki Atatürk’ün resmiyle alakalı yaptığım bir esprinin sonucudur. Televizyonda bir haber. Gürcü Yıldız Şota, bozuk paralarla maçtan önce yaptıkları şovdan sonra Atatürk resmine tekme attıkları gerekçesiyle …. diye devam ediyor. Babamın bunu öğrenmemesi lazım. Kapalı televizyonlar o akşam. Televizyonu açtırmıyor, ufak ufak sorularımla tabiri caizse darlıyorum adamı. “baba şimdi Türk olmayan birisi mesela bilmeden parayla oyun oynasa ayağı Atatürk’e çarpsa bu kötü bir şey midir?” diye. Adam biliyor olanı biteni. “Oğlum Şota hep yazı tarafına vuruyordu merak etme”. Başlıyoruz yazı tura oynamaya. Hep turayı seçiyorum. Anlıyor neden seçtiğimi, bütün korkularımı geçiren, bana o güzel haberi veren adamı üzecek değilim ya.İşte Şota’dan içten olmayı, kendini sevdirmeyi, başarmayı öğrendim.Saralle tutkumu belirtmek istemedim.

Şeyhmus Suna

Çocuk için babanın önemi büyük bir gerçek. İşte “hop, genç, delikanlı, yakışıklı, arkadaşım, evladım” gibi tabirler vardır ya. Benim babam tanımadığı herkese Şeyhmus der. Bebekleri Şeyhmus gel bakalım buraya diye kucağına alır. Yakın bir akrabamızın çocuğunun ilk söylediği kelimenin “Çeymuş” olması tesadüf değil. En az sonradan oyuna dahil olup attığı goller kadar, en az maç sonlarındaki o Kürt şivesiyle maç sonu verdiği fanatik Trabzonsporlu söylemleriyle gönlümde yeri var bu adamın. Kendisinin attığı golden sonra ambulansı dövüşünün bıraktığı izler ise yanağımda. Şöyle ki ertesi gün boş kola kutusuyla yapılan maçta golümü attıktan sonra mahallede bir tane arabaya tekme yumruk girişip arabanın sahibinden evlere şenlik bir dayak yemişliğim var. O ateşli konuşmalar yapan adamdan “ustanın dediğini yap, yaptığını yapma” lafının derin anlamlarını öğrendim.

Hami Mandıralı

Hami Mandıralı. 200 küsür gol. Deftere attığı frikiğin karikatürünü çizerken yanyana olan 2 sayfayı da bir arada kullanmak demek o. ilk sayfanın başından gerilmeye başlayan, ortalarına doğru topa vuran, defterin ortasında duran barajı geçen ve diğer sayfanın en sağında bulunan kaleye giden top.İkinci karenin senaryosu çok önceden belli. Önünde onlarca yuvarlak kafa ile sembolize edilmiş tribünlere, kollarını iki yana açıp horon oynayarak koşan adam. O’ndan yerin 3 kat dibinde, köhne bir salonda Akçaabat Horonu kursuna gitmem gerektiğini öğrendim.

İşte o günlerden , 24 yaşımı bitirmek üzere olduğum bu günlere bunlar ve bunlar gibi o kadar çok adam ve o kadar çok hikayeyle geldim ki. Hala Burak Yılmaz’dan Tolga Zengin’den Onur Kıvrak’tan şu an okuyunca anlamsız gelse dahi Sezer Badur’dan Barış Ataş’tan o kadar çok hikaye üretiliyor ki beynimde. İşte futbol, transfer, taktik, teknik, kaliteli oyuncular, günümüz futbolunun ihtiyaçları, performansımızın seviyesi ve potansiyeli. Hepsi bunların yanındaki anlamsız detaylar.

Belki yazmam gereken ama hikayesinin hep içimde kalmasını istediğim Hans Sommers, Kurt Van de Paar,Umut Bulut,Bushi,Macit,Tolunay,Abdullah,Osman,Metin Aktaş daha kimler kimler var. Yaşım nispeten büyüyor, hikayelerde hayal gücünün etkisi azalıyor. Çünkü çocuk kafasının tadı dünyada hiç bir şeyde bulunmuyor.

Eklemek istediğim tek şey. İbrahim Yattara. Hakikaten numunelik miktarda kalan akıl sağlığımı, 10 sene evvel doğmayarak bir ölçüde korumamı sağladığın için sana ne kadar teşekkür etsem az.

Beni tanıyanların en çok şaşırdıkları şey tribünde her türlü ufak detaya gözlerimin doluşudur. Genellikle maç ve skor ile alakalı heyecan, sıkıntı, beklentiye bağlarlar bunu. Hiç alakası yok oysa.

Soyunma odasından, çimlere ayak bastığı an o üzeri Trabzonspor logolu formalı adamlar bu ve bunlar gibi yazmaya gücümün ve duygularımın yetmediği her gün bir başkasını hatırlayabildiğim onca anı gelir geçer gözümden. Ve ben takımın değil şampiyonluk, 6. lık için bile şansı yokken bu sebeple öğrenci halimle bulunduğum yerden binin üzerinde kilometre uzaklıkta, hiç bilmediğim, adını sadece haritada şehir bulmaca oyunlarında tanıdığım şehirlere yolculuklar yapardım imkansızlıklara rağmen. Ve kulübe katkı sağlamak gibi endüstriyel futbola dair katkılarım olmadan. Gözlerim dolsun diye, rahat rahat kimse olmadan o anları baştan yaşayıp ağlayayım diye.

Ve ben hala o şampiyonluk golünü atıp, formasının altından Kazım Koyuncu tşörtünü çıkartıp tribünlere koşan adamım hala.
Ben futboldan çocukken aldığı hazzı özleyip, yitirmemek için var gücüyle savaşanlardanım hala.

5 comments
  1. ben Lemi’ye, Şeyhmus’a, Dozer Cemil’e yetişemedim ama sonrası için bana film şeridi gibi oldu be 🙂
    Çok teşekkürler güzel insan.

Bir Yorum Yazın