Bir Trabzonsporluluk Ölçütü Olarak Klavye Tuşları

Bugün sizlere öncelikle  biraz içinde bulunduğum platformun yapısı, yazarları ve editörlerinden bahsetmek ve sonra da platformun sanal alemde bulduğu yankıyı şöyle kısaca ele almak istiyorum.

Dik oyna ismini verdiğimiz ve mümkün olduğunca dik oynamaya çalıştığımız blogumuzun herhangi bir imtiyaz sahibi yoktur. Blogumuz ekşi sözlük’te yazar olup da Trabzonsporluluğuna inandığımız tüm arkadaşlarımızındır.  Ekşi sözlük yazarı olmak kaydıyla blogumuzda yazı yazmak isteyen hiç kimseyi geri çevirmemekte, hatta onları teşvik etmekteyiz.  Şimdilik beş editör ile yolumuza devam ediyoruz. Hiçbir editör blogumuzda yazı yazmak isteyen hiçbir arkadaşımızın yazısına müdahale etmedi, etmez de. (yazıda hakaret vb içerik bulunmadığı takdirde.) Yani yazarlarımız neyi yazıp neyi yazmayacakları konusunda tamamen özgürdürler.  Yazarlarımızın yüzde yüzü hasbelkader mürekkep yalamış, yüzde doksanı da vatana ve millete çalıştıkları kurumlarda hizmet veren değerli şahsiyetlerdir. (Hepsinin işi gücü var yani. Çoğu da iyi yerlerde ve bununla ne kadar gurur duysam azdır. Bununla mı gurur duyuyorsun diyebilirsiniz. Bu benim düşüncem ve bununla gurur duymayı seçiyorum.) Çoğu çok yoğun çalışmalarına rağmen bu değerli oluşuma işlerinden feragat ederek zaman ayırmaktadırlar. Tıpkı Trabzonspor’a ayırdıkları zaman gibi.

Bugüne kadar ne herhangi bir siyasi oluşuma angaje olduk ne de kendimizi bu tür bir mevzuya meze ettik. Bugüne kadar hiçbir makam ve kuruluş ile polemiğe girmedik.  Hiç kimseden bilet isteyip de iki üç kuruş aşağısına eşimize dostumuza bilet satmadık. Lisanslı ürün kullandık. Legal yollardan biletimizi, kombinemizi aldık.  Hiçbir zaman inanmadığımız bir şeyi yazmadık. Kalemin her zaman kılıçtan üstün olduğuna inandık ve nasıl ki Trabzonspor’u statlarda yalnız bırakmıyorsak sanal alemde de yalnız bırakmadık. Sanal alemin gerçeklikten kopuk olduğunu söyleyenlere münasip bir yerlerimizle güldük. Çünkü sanal alemin de gerçek dünya gibi gerçekliğin farklı bir yansıması olduğuna inandık. Yanlış yaptığını düşündüğümüz herkesi eleştirdik; fakat hiç kimseye hakaret etmedik. Eleştirilerimizi üslûbunca yaptık. Şiddetin her türlüsüne karşı olduk. Irkçılığa geçit vermedik.  Bugüne kadar da hep olumlu eleştiriler aldık.

Fakat, bugünkü bir yazı (yazarın ismini veya adını vermeyeceğim; zira hem polemiğe girmek istemiyorum hem de o yazar kendini çok iyi biliyor) üzerine kendi açımdan acaba biz yanlış bir şey mi yaptık diye düşünmeme sebep oldu. Yazarın yazısını okumaya çalıştım önce.  Maalesef okuyamadım.  Kelimeler arasında kayboldum. Kendisinin yazısı da tıpkı bizim yazılarımız gibi  bir klavyeden çıkmıştı. Fakat klavyeyi tutan elleri yöneten beyinde Türkçe namına bir şey bulunmuyor olacak ki, anadili Türkçe olan ben, bu yazıdan hiçbir şey anlamadım. Yazının ilk paragrafına geldiğimde ise harcanan kelimelerden çok yazım yanlışı olduğu için daha fazla devam edemedim. Yazının geri kalanına şöyle bir göz gezdirdim sadece.

Yazı ne kadar saçma sapan olursa olsun ne kadar bir çok yazım yanlışı ve mantık hatası bulundurursa bulundursun bu yazı ile ilgili her şeye tahammül edebilirdim; ama o son paragrafta ki yazar göndermesinde kendimden geçtiğimi -gülerken- ve bu yazıyı yazmayı kendime bir borç bildiğimi söylemem gerekir. -Bir Türkçe sevdalısı olarak.-

Dili bir kilim gibi işleyen yazarları kendi görüşlerinize alet ederken yazdığınız yazıdaki dile çok dikkat edin derim ben son olarak.

Yoksa ortaya böyle insanı gülmekten ağlatan  ironiler  çıkıyor.

 

Bir Yorum Yazın