BAYERN MÜNİH – CHELSEA

2011-2012 sezonunun en büyük kupası Chelsea’nin oldu. Bir çok futbolsever oynadıkları futbol sebebiyle hep Chelsea’nin rakiplerini destekledi. 2004 yılında Yunanistan milli takımının yaptığı gibi defansif futbol sergilediler ve şampiyonlar ligi şampiyonu oldular. Bayern Munich ise Real Madrid’e bile oyununu kabul ettirmiş bir takımdı. Lakin futbol şansı yanlarında değildi. Peki bu iki takım finale nasıl geldi. Önce buna değinelim..

Bayern Munich; geçtiğimiz sene ligi üçüncü sırada bitirmişti. Bu yüzden şampiyonlar ligine play-off oynayarak başladılar. Zurich‘i iki maçta da mağlup ederek gruplara çıktılar. Gruplardaki rakipleri Villareal, Manchester City ve Napoli idi. Grupta sadece Manchester City’ye deplasmanda kaybettiler ve lider olarak bir üst tura çıktılar. 2.tur görece kolaydı. Buna rağmen İsviçre’nin Basel takımına ilk maçta tek farkla kaybettiler. Fakat rövanşı 7-0 kazanarak çeyrek finale çıktılar. Çeyrek finalde Fransız Marsielle takımını iki maçta da 2-0 yenerek yarı finale çıktılar. Yarı finaldeki rakibi Real Madrid idi. Real Madrid kendi liginde fırtınalar estiriyordu. Attıkları gol, topladıkları puanla rekorlar kırıyordu. Şampiyonlar liginin de favori takımı idi. İlk maçı 2-1 kazandılar. İkinci maçı Real Madrid 2-1 kazanınca maç uzatmalara oradan da penaltılara gitti. Penaltılarda Real Madrid’i elediler ve finale çıktılar.

Chelsea ise 2010-2011 premier league ikincisi olarak doğrudan gruplara katıldı. Valencia, Genk, Bayer Leverkusen gibi kolay sayılabilecek bir gruptan birinci olarak 2.tura çıktılar. Grup maçlarında 3 galibiyet 2 beraberlik ve 1 mağlubiyet aldılar. 2.turda rakip İtalyan Napoli idi. İlk maçı 3-1 kaybettiler ve teknik direktör Andre Villas-Boas yerini Roberto Di Matteo‘ya bıraktı. Rövanşın normal süresi 3-1 Chelsea üstünlüğü ile bitti. Uzatmalarda Chelsea bir gol daha buldu ve Napoli’yi elediler. Çeyrek finalde Benfica ile karşılaşan Chelsea iki maçı da kazanarak yarı finale çıktı. Chelsea’nin bu kupadaki ilk ciddi rakibi Barcelona oldu. Geride kalan aşamalarda görece orta halli takımlarla karşılaştılar. Di Matteo, Barcelona karşısında iki maçta da etten duvar ördü. Sadece Drogba’yı ileride bırakan Di Matteo, 4 defans ve 4 defansif orta saha ile Barcelona’yı karşıladı. İlk maçta Barcelona’nın topla oynama oranı %72 idi. Barcelona’nın 782 pasına karşılık Chelsea 194 pas yapmıştı. Barcelona’nın oyun tarzı zaten sık pas yapmaya yönelikti ancak Chelsea’nin katı alan savunması pas sayısını rahatsız edici düzeyde artırdı. İlk maçı Drogba’nın ilk yarının uzatmalarında attığı golle Chelsea kazandı. İkinci maç için genel görüş Chelsea’nin taktiğinin bu defa tutmayacağı idi. Taktiğin meyvesi miydi yoksa Barcelona’nın laubali oyunu muydu bilinmez ancak Barcelona 10 kişi kalan Chelsea karşısında ilk yarı 2-0 öne geçmişti. Artık tek yapması gereken her zaman yaptığı pas trafiğini maçın sonuna kadar sürdürmekti. Yapamadılar ve ilk yarı biterken ilk maçtaki gibi Chelsea golü geldi. Yine de rakip 10 kişiydi, 1 gol daha atılırdı. Messi penaltı kullandı atamadı. Son dakikada ise Torres bileti kesti. Bu sonuç tam anlamıyla bir sürprizdi. Futbol tanrıları bu maçta Chelsea’nin yanındaydı. İlk maçta olduğu gibi yine Barcelona %72 topla oynamıştı. Sonuç itibariyle Chelsea bu kimilerine göre anti-futbol olarak değerlendirilen anlayışla finale yükseldi.

İki takımın finale yükseliş hikayelerinin ardından maça gelelim. Bayern Münih’in Robben ve Ribery’li kanat futbolunu Chelsea yine o bildiğimiz defans anlayışı ile karşılamaya başladı. Öyle ki Bayernli oyuncuların şutları bile Chelsea savunmasından dönüyordu. Açıkça söylemek gerekirse sıkıcı bir maçtı. Bir şampiyonlar ligi finalinden insanlar daha pozitif futbol bekliyor. 83.dakikada Bayern, Müller’in kafa vuruşu ile öne geçti. Bu dakikadan sonra Chelsea oyuna ortak olmak zorunda kaldı. Kazandıkları ilk kornerde Drogba ile golü bulunca tekrar eski sisteme döndüler. Bu da insanın aklına acaba takımın potansiyeli kullanılamıyor mu sorusunu getiriyor. Çünkü Chelsea ihtiyacı olduğu her an gol bulabilen bir takım ancak bunu denemek yerine işlerini şansa bırakıyorlar.

Maçın normal süresi 1-1 bitince uzatmalara geçildi. Takımına beraberliği kazandıran Drogba, Ribery’ye çelme takınca hakem penaltı noktasını gösterdi. Adeta Barcelona maçının kopyası gibiydi. Robben topun başına geldi ve Cech kurtardı. Başka gol olmadı ve maç penaltılara kaldı. İlk 4 penaltılardan birer tane kaçırdılar. Son penaltıyı Schweinsteiger kaçırdı Drogba attı ve kupa Chelsea’nin oldu.

Chelsea’nin şampiyonluğu hak ettiği bir gerçek. Futbolcuların performansları ile bunu hak ettiler ancak teknik açıdan hak edilmiş mi? Soru işareti. Bir defa bu sistem, sonucu şansa ve tek bir oyuncunun bireysel yeteneğine bırakıyor. Chelsea’nin mağlup olduğu anlarda Drogba’nın sahne alması gibi. Ya da hem Barcelona’nın hem de Bayern Münih’in kritik anlarda kaçırdıkları penaltılar gibi. Di Matteo gelecek sezon ne yapar bilemem ancak şunu biliyorum ki Chelsea potansiyeli daha yüksek bir takım. Bu kadar defansif, tesadüflere bağlı bir oyun yerine daha iyi oynayarak kazanabilecek bir takım.

Bayern Münih’e gelirsek. Barcelona’nın düşmüş olduğu tuzağa onlar da düştü. Bu tip kapalı defanslara karşı (özellikle çok sayıda ön liberolu) sürekli atak bir futbol sergilemek pek meyve vermiyor. Sürekli saldırmak yerine taktiksel olarak topu rakibe verseler ve geniş alanlar yaratmış olsalar Robben ve Ribery gibi hızlı oyuncularla çok daha kolay sonuca gidebilirlerdi. En azından denemeye değerdi.

Netice itibariyle 2011-2012 sezonu şampiyonlar ligi finalinde dönemin iki devi Barcelona ve Real Madrid yoktu. Onlar annelerinin ligindeydi. Chelsea, yadırganan bir taktikle kupayı kazandı. Ne olursa olsun tebrik ediyoruz. Avrupa’nın en büyük takımı onlar şimdi.

Seneye ne olur bilinmez. Trabzonspor şampiyonlar liginde ön eleme oynayacak. Seri başı bir takım gelecektir. İyi bir transfer sezonu geçirirsek gruplara kalmamamız için bir neden yok. 🙂

Bir Yorum Yazın