ADINI TBL KOYDUM

Basketbol takımının  2011/2012 sezonunu özetleyen  ve TB2L’de sezon başından Şubat ortasına kadar olan macerasını bazı temel direkler üstünden değerlendiren, tamamen amatör bakış ürünü bir yazıyı o günlerde toplamıştım. Açık konuşayım, takımın Şubat’taki hâliyle lig atlayabileceğine inanmıyordum. Sezon sonunda takım sezonu şampiyon tamamladığında bir şekilde takıma haksızlık etmişim gibi geldi. Hoş, takviyeler gelmeseydi, takımın oynadığı oyun biraz daha organize hâle getirilmemiş olsaydı karamsar bakış açımdan daha ötesi olacaktı ve muhtemelen playoff’ bile yapamayacaktık. Yine de dediğim gibi bazı şeyleri yazmazsam o hiçbir şeyi beğenmeyen +50 yaş tribün amcasına döneceğim gibi geliyor.


Aziz cemaat, ilk olarak önceki yazıyı okumamış olabilirsiniz, “özet geç” diyenler için yazıda  bu sezon oynayan takım  için nelerden bahsettim, daha doğrusu yakındım,  kısa notlarla bahsedeyim;

  • Ya yüksek tempo ya savunma! Kurulan takımın oynayacağı basketbolun, TB2L için daha kesin çözümler dururken (yani atlet kısa-uzun, tamamlayıcı savunma, spot şutörler ve run&gun seviyesindeki bir oyunun net sonuç vereceği ortadayken) neden kağıt üstünde kariyerli ama yaşlı, hantal, şut atamayan (ya da atmayan) oyunculardan kurulduğunu sitemkar bir şekilde ifade etmiştim. Açıkçası basketbol görüşüm (video oyunlarını hariç tutarsam) net, “We play fundamental, disciplined, defensive basketball”[1], buna rağmen belirttiğim üzere sezon içinde deli gibi savunmanın öncesinde yüksek tempoyu arzuladım. Olmadı. Tempo yüksek değildi ama savunma da yoktu. Repütasyonu düşük olduğu için ayrıntılı istatistik bulmak imkansız, oturup tüm takımların şubat ortasına kadar olan istatistiğini de çıkarmam şu an için  neredeyse imkansız ama dediklerimi, maçları az çok seyredenler görmüştür. Trabzonspor kötü hücum edip, rahat sayı yiyen bir ekipti. O duruma rağmen maç kazanmadı mı? Kazandı pek tabii, ama kaybettikleri de ortada. Takım ligdeki ilk maçında Best Balıkesir’den 21 yediğinde “goyayım o gafaya” demişti aslında mentalite. Sonrasında ise, sezona en azından lige çıkma parolasıyla çıkan bir takım, farklı skorlarla olmasa da beklemediği maçları kaybedip yaralar alacaktı. Açık bir şekilde yüksek tempoya cevap veremeyen bir takımdık.
  • Ribaund! Aslında bu konuyu yukarıda bahsettiğimiz basketbol mentalitesi içine yazabiliriz ama “ribaund istatistikleri yalan söyler” denmesin diye ayırdım. Yüksek tempo maçlarda yapılan hücum sayısı arttığından, aralarında net bir bağıntı/orantı olmamasına rağmen, kaçan şut ve ribaund sayıları da artacaktır. Dolayısıyla bir takım fazla ribaund yapabilir ama bunun kazanmasına etkisi olmayabilir, yani “fazla ribaund=başarı” durumu her zaman geçerli değil. Bizde durum yavaş tempo-az ribaund şeklindeydi. Aslında burada ribaund sayısı değil diferans daha bilgi veren bir kategori olacaktır. Bizim pota altımız  -Külçebaş gelene kadar- Zuza hariç undersize uzunlardan olumaktaydı. Bu oyuncuların hiç biri net ribaundçu özellikleriyle ön plana çıkan adamlar değildi. Mental (ki temeldir) ve fiziksel dezavantajlara hantallık eklenince, özellikle atlet uzunlara cevap veremedik. Şöyle deyip bir diğer sıkıntıya geçelim; Zuza normal sezonu takımın ribaund ortalaması lideri olarak tamamladı ama kendisi ligin ilk yirmisinde bile değil, ortalaması maç başına 4.7 ribaund!
  • Organize hücum!  Eğer çok yüksek tempoda oynuyor olsaydık bunu buraya yazma hakkım belki de olmazdı ama bir yol seçtik, yavaş oynayacaktık. Gelgelelim ona göre hareket etmedik. Elimizde forvetten her türlü skor bulabilecek adamlar, ısındığında maç başına %30-%40 civarında üçlük sokabilecek adamlar varken oyunu tamamen Zuza’nın üstüne yıkmayı seçtik. Üstelik bunu da büyük ölçüde alçak postta yaptık. Elinde 2000’ler Shaq’ının NBA  dominasyonunun TB2L versiyonu  falan yoksa şunu zorlamanın anlamı yok. Post oynayabilen yegane oyuncun Zuza’yı pota altında diri adamların kucağına bırakırsan, zaten yaşlı ve nispeten güçsüz olan bu oyuncu oyunun her alanında düşecektir. Nitekim Zuza bir maçta yüzdeli bir şekilde +20 atarken, diğer maçta 10-15 aralığında geziyordu. Üçlük katkımız sınırlıydı, yüksek post katkımız elde patlayan toplar harici yoktu. Ben açıkçası belirli setlerimizi ve buna bağlılığı çok merak ediyorum. Topu izolasyona bıraktığımızda da güvenli ellere sahip değildik. Başta Dobie asist ortalamasında normal sezonu 2. sırada bitirmesi haricinde akılda kalan bir iş yapmadı.
  • İstikrar! Bunu uzatmaya gerek bile yok, Trabzonspor’un yakaladığı en uzun seri, El-amin transferinin bir maç öncesinden başlayıp  dokuz maç sürdü[2]. Normal sezon genelinde ise 3-4-5 maçlık serilerin ardından alınan tek veya seri mağlubiyetler vardı. Özellikle beklenmeyen rakiplere karşı olanlar çok can yaktı.


Bu noktadan sonra değişimlere göz atalım. Şubat ayı başlarında yavaş yavaş transfer konuşulmaya başlandı. O aralar mevcut olan bir transfer yasağımız vardı, önce bunun çözüleceği akabinde Darius Washington, Gerald Fitch ve Khalid El-amin’in isimleri dolanmaya başladı[3]. Şahsen bu üç isme de sesim çıkmazdı ama Fitch ve özellikle Washington bende bir adım öne çıkıyordu. Bu herhalde sonuç getireceğine inandığım basketbol dolayısıylaydı, bilemiyorum. Neticesinde oradan El-amin’i  çektik, Washington ise El-amin’i transfer ettiğimiz Le Mans’a gitti. Tek oyunculu bir değişime inanmıyordum, hatta “El-amin’i Chris Paul sananlar var” diyordum ama bu oyuncunun başarı getireceği aşikârdı. Yani o zamana kadar topu teslim ettiğiniz isim Dobie iken artık yaşlı da olsa El-amin’di, “winner” kimliği ayrı bir şey. Bir diğer transfer de uzun  kontenjanına geldi. El-amin gibi yolu Nba ve Euroleague’den geçen Kevin Pinkney’i normal sezonun son maçları öncesinde transfer ettik. Beklenen pek tabii öncelikli ribaund katkısı ve hem hücum hem savunmada pota altı hakimiyetiydi. Bunlara net olarak cevap verebilir miydi? Benim görüşüm tabii ki hayır, nitekim isteneni tam olarak veremedi ama Zuza’dan etkili olduğu tartışılmaz.

Playoff’lar öncesi tökezleyip 7. sıraya indik ama nihayetinde normal sezonu en az sayı yiyen takım olarak noktaladık. Bu net olarak en iyi savunmacı olduğumuzu göstermez ama kötü savunma yapan takımın ligin en az sayı yiyen takımı olamayacağı herkesin malumudur.

Özetleyelim dedik ama uzattık, daha fazla uzatmadan playoff turuna atalım kendimizi. Maç yazısı hâline dönüştürmemek için çok yüzeysel ilerleyeceğim. Herkesin malumu, oynadığımz 2 seride de ev sahibi avantajı rakipteydi. Konya’da aldığımız bir galibiyet zaten büyük ölçüde turu almıştı bizim için. Trabzon’da da hafif olaylı bir maçtan sonra çeyrek final serisini 2-0 ile kazandık. Bu serileri bize getiren, daha düzenli hücum ve ribaund farkı oldu çeyrek final serisinde. Yarı finalde rakip Yeşil Giresun Belediyespor oldu. Serinin olaylı geçeceği aşikârdı ve karşılıklı seyirci götürmeme kararı takımlar tarafından kabul edildi. Yeşil Giresun, özellikle TB2L seviyesi için gayet iyi bir skorer olan Alex Gordon’ın eline bakan ve pota altında John Ofoegbu’nun diriliğine güvenen bir ekipti. Alex’in durdurulmasının maçları getireceği herkesin malûmuydu. Normal sezonda taraflar arasındaki durum 1-1’di. Trabzonspor uzatmaya giden ilk maçı son saliselerde gelen tiple kaybetti. Alex hariç Yeşil Giresun’u durdurmuştuk ve özellikle pota altından iyi katkı almıştık. Gelen 41 sayıya  rağmen bu maçı kazanamamız bence büyük talihsizlikti. 22 Mayıs günü, futbol takımı Ankara’da özellikle manevî değeri önemli bir maça çıkacaktı. Diğer taraftan basketbol maçının kaybedilmesi yolun sonu demekti. Trabzonspor içerde kazanarak durumu 1-1’e getirdi.  Şüphesiz orada olanlar haricinde de herkesin aklı önce Ankara’daydı. Ankara’da kaybettik ama Trabzon’da kazandık. Seri 1-1’e geldi ve tekrar Giresun’a gitti. Giresun’daki maçı  özellikle Alican’ın ekstra katkısıyla (19 sayı, 5 ribaund + istatistiğe yansımayan savunma baskısı) alarak TBL’ye geri döndük. Olaylarları uzun uzadıya yazmak istemiyorum (bu tamamen ayrı bir yazı konusu olabilir, o yüzden zaten internette rahatça ulaşabileceğiniz malum haberlerden okumanızı önerebilirim) ve finale geçiyorum.  TBL hedefi bizim için tatlıydı, şampiyonluk da kaymağı oldu. Uşak Üniversitesi’ni El-amin’in 21 sayısıyla geçerek kupaya uzandık.

Dönüp geriye baktığımızda soru işaretleri dediğimiz noktaların takıma çıkardığı sorunları ve  bu noktların kısmen de olsa düzeltilmesi sonucu açığa çıkan pozitif durumları görüyoruz. Şampiyonluk için teşekkürler, şimdi önümüzde beyaz bir sayfa var. Burada bence çok önemli bir soru işareti var, temel niteliğimde hatta, nasıl yapılanacağız? Zengin sponsor desteği+gösterişli kadro ya da makul, düşük maliyet ama doğru seçimlerle ilk olarak ligi orta veya ortanın heman altında noktalamak. Altyapı bizim için bir seçenek olmadığı için maalesef onu bir seçenek olarak alamıyoruz. Önce hayatta kalalım, sonrasına bakalım. Ben olsam ikinciyi seçerdim. Bakalım ne olacak?

  1. Bu söz “Glory Road” isimli filmden bir replik. Filmde işlenen konu için tık.
  2. http://www.tbl.org.tr/tb2l/takim.asp?Takim=1015&Sayfa=MS&sezon=2012-2013
  3. http://www.trabzonbasket.com/?Syf=18&Hbr=481337&/Trabzonspor-Bombalar%C4%B1-Patlat%C4%B1yor


Bir Yorum Yazın