17 NUMARA

3 sene önceydi sanırım. Vestel Manisaspor’dan Trabzonspor’a transferleri gündemde idi Selçuk İnan ve Burak Yılmaz’ın. Hatta aynı zamanda ikisi ile Fenerbahçe’de ilgileniyordu. O zamanlar hiç düşünmemiştim bile. Selçuk gelecek vaat ediyordu ama Burak bizim takımda oynayabilecek bir oyuncu değildi. Herşeyden öte yetenekleri ve fiziği bir yana çok şımarıktı. Neticede görüşmeler yapıldı ve Selçuk bize Burak Fenerbahçe’ye transfer olmuştu.

Selçuk bize geldiği gibi benimsendi, sanki yıllardır Trabzon’un evladı gibiydi. İlk sene etkili olamasa da bu takımda ve Türk futbolunda büyük bir geleceği olduğunu hissetiriyordu. Burak ise ikinci kez geldiği İstanbul’da bu sefer Fenerbahçe forması altında gene şans bulamıyor ve bulduğunda da bunlardan yararlanamıyordu ve kısa sürdü Kadıköy macerası. Bir süre sonra Eskişehirspor’a kiralık olarak gönderildi.

Tam o sırada Şenol Güneş de Kore’deki misyonunu tamamlamış Trabzonspor’a geri dönmüştü. Takımda büyük ümitlerle Kayserispor’dan gol kralı olarak transfer edilen Gökhan Ünal çok formsuzdu ve Umut Bulut ile beraber forvette bir türlü beklenen başarıyı yakalayamamışlardı. Devamlı gol kaçırma yarışına girmiş gibilerdi ve uyumsuzdular; nihayetinde belki de taraftardan aldığı tepkiler neticesinde de Gökhan artık bu şehirde durmak istemiyordu. İşte o sırada Fenerbahçe’ye transferi gündeme geldi Gökhan Ünal’ın. Kesinlikle gitmeliydi çünkü bir şekilde takıma hiç uyum sağlayamamıştı ama sadece para değil takas için Burak Yılmaz’ın da ismi geçiyordu. Olurdu olmazdı derken, Burak Yılmaz bonservisi ile beraber Trabzonspor’a verildi Gökhan’ın transferine karşılık. Üstüne bir de 3-4 milyon avroya yakın bir transfer parasından bahsediliyordu. Çok iyi bir rakamdı ama Burak gerekli miydi? Demek ki Şenol Güneş bir şeyler düşünmüştü ve ısrarla istemişti. Ama gene de benim içime sinmemişti. Zaten hiç bir zaman İstanbul takımlarında başarılı olamamış isimler Trabzonspor’a bir fayda getirmemişti.

Şenol Güneş ısrarla oynatmaya başladı Burak’ı.. Fakat Burak çok büyük tepki alıyordu . Öncelikle her pozisyonda defansın en ufak müdahalesi ile yerlere düşüyor ve çok konuşuyor hakeme itiraz ediyor, arkadaşları ile tartışıyordu. Trabzonspor taraftarının pek sevdiği özellikler değildi bunlar ve hakemi aldatmaya yönelik hareketleri de çok itici geliyordu.

Devamlı forma şansı bulduğu halde kendini de gösteremiyor fakat Şenol Güneş ısrarla kendisinden vazgeçmiyordu.  Medyaya yansıyan muhtemelen passat medyasının servis ettiği bir kaç haber üzerine ise bordo mavili tribünlerden iyice tepki almaya başlamıştı. 2010-2011 sezonunun ilk yarısını Bursaspor’un 5 puan önünde lider kapattığı halde, Jaja ve Umut ile beraber takımın en golcü oyuncusu olduğu halde tepki alıyordu. En son oyundan alındığı bir maçta ıslıklanması ile bir şeyler tersine dönmeye başladı bende. Haftalardır seyrediyordum ve aslında Burak muazzam bir şekilde mücadele ediyor ve bir şeyler yapıyor, sahada çabalıyordu. İkinci yarının ilk maçlarından birinde Engin Baytar ile tartıştığında ise herkes sınırı aştığını düşünüyordu. Bir tarafta Trabzonspor’lu olduğunu her fırsatta dile getiren, taraftarın çok sevdiği Deli Engin, diğer tarafta ise aklı belki de İstanbul’a dönmekte olan Burak. Deli olan Engin’di, takımı maçın yarısında ortada bırakıp çekip gitmeye kalkan da kendisi idi. Fakat buna rağmen Burak da tepki gördü. Ama işte arkasında duranlar destekleyenler arttı ve kendi açıklamaları ile gözümüze girmeye başlayan Burak bir anda coştu. Artık ligin son haftalarına girilirken Fenerbahçe’yi nasıl Alex sırtladı ise, Trabzonspor’u da Burak götürüyordu. Bunun semeresini de A Milli takıma çağrılarak aldı kısa zamanda. Artık ayakta kalmak için uğraşıyor, hakemi aldatma huyunu da törpülemişcesine yıkılmadan ilerliyordu. İşte buna rağmen bilhassa İstanbul basınından hala kazandırdığı penaltılar sebebi ile tepki alıyordu. Neticede geçen sene ligin en çok gol atan yerli oyuncusu olmasına rağmen bazılarına yaranamamıştı.

Çok uzadı farkındayım ama bugün Türk futbolunda bir Burak Yılmaz gerçeği var. Bunun öncesini kendimce bir hatırlatmak istedim. İşte bugünü bilhassa bu yüzden O’na ayırdım. 17 numaramızı giyen bu genç için hala sahtekar, hırsız benzeri edep sınırını zorlayan çirkin saldırılar var.

 

Ligin ilk 7haftası geride kalmışken oynadığı 6 lig maçında attığı 9 golle inanılmaz bir grafik yakalamış, hayranlarını mest etmiş, kıskananları ise adeta çatlatmış bir sporcu diye bir tanım ile başladım ekşi sözlükteki yazıma. Devamını da kopyala yapıştır olarak vereyim.

Umarım havasını kaybetmez ve bu formunu ligin sonuna kadar; Şampiyonlar ligi ve A Milli takımın eleme maçlarında atacağı goller ile de süsleyerek devam ettirir. Hatta Hırvatistan’ı eleyebilirsek;  2012 Avrupa Şampiyonası’nda da iyice ismini duyurup turnuvanın yıldızlarından biri olarak futbol tarihimize geçer.

Ama öncelikle, saha içerisinde bu formunu devam ettirirken bir yandan da saha dışında da bazı engelleri; daha doğrusu ön yargılı ve hatta belki de art niyetli isimleri aşması gerekecek. Futbol basınımızın bu isimlerini tek tek vermeye gerek yok. Ama hepimizin bildiği ve tarafsız bir gözle görebildiği şey gayet açık: başka herhangi bir Türk veya yabancı oyuncu onun yaptıklarının yarısını başarsa, son altı ayda manşetlerden hiç inmez; saatlerce süren spor programlarında en az yarım saat gündem dışı olarak onun ismi ve formu konuşuluyor olurdu. kim bilir `küllerinden doğan adam` benzeri isimler ile hakkında kitaplar bile yazılırdı. Ama tabii, söz konusu oyuncu; İstanbul’da başarılı olamayınca ayrılıp, herkesin kariyeri başlamadan bitmiş bir oyuncu gözü ile baktığı ama onlara inat Türkiye’nin bir ucu olan Trabzon’da başarıyı yakalamış bir Burak olunca ise, o çoğu spor yazarı ve yorumcusu için sadece ve sadece “son haftaların formda bir oyuncusu”.

Hatta neredeyse A milli takıma bile seçilmesi sorgulanır cinsten sıradan bir hücum oyuncusu. Hani Şenol Güneş`’in A Milli takımı 2002’de Dünya üçüncüsü yaparken bile sadece şanslı olduğunu yazabilecek kadar başarısını görmezden gelebilen, gaflet içerisindeki spor basınının yıllar önce yaptığı gibi…

Bir de üstüne üstlük ayrıldığı kulüp olan Fenerbahçe’nin `kalemşör`lüğünü yapan bazı yazarlar ve bazı taraftarlarında iş o kadar farklı bir boyutlara kadar gitmiş ki, 2010 mayısında belki de istemeden attığı ve Fenerbahçe’yi şampiyonluktan ettiği Kadıköy’deki beraberlik golünün de etkisi ile muhtemel, o kadar büyük bir `kıskançlık` boyutuna girmiş ki, durum buradan bakıldığında tam evlere şenlik. Kendisini hiç tanımadığı halde karakteri hakkında atıp tutanlardan ve muhtemelen bir maçını bile tam izlememiş, maç içerisinde nasıl mücadele ettiğini dahi bilmeden; son bir sene içinde her maçın sadece iki üç dakika özet görüntüsünü veya sadece tartışmalı pozisyonları izleyip sahtekarlıkla itham edebilenlerden geçilmiyor ortalık. İşte böylelerine biz belki artık bakıp gülüp geçebiliyoruz ama bu insanlar hala `türk futbol dünyası`nın ve medyanın gündemini belirleyen kişiler olunca birilerinin çıkıp buna bir müdahale etmesi gerekiyor. Yahu bu adamın maçlarda yediği tekmenin haddi hesabı yok. eskiye göre çok güçlendi ve artık fiziği ile doksan dakika ayakta kalıyor. Hatta şöyle söyleyeyim; Trabzonspor’lu olmayıp da şunu yazabilen kaç yazar var acaba? Bu adam top istiyor, alıyor, indiriyor, dönüyor arkasına defansı yarıp geçiyor ve şutunu kaleye isabetli bir şekilde gönderiyor. Hadi bunu yazamıyorsunuz, bari şuna cevap verin, bu dediklerimi yapabilen kaç Türk futbolcusu var ligimizde şu an. Türkleri geçtim yabancılar arasında kaç kişi var? Bizim ligi şu anda geçtim; bence yok, Avrupa’da bu seviyede kaç kişi var şu anda? iki elin parmaklarını geçer mi?

Neticede kıskananlara inat muazzam bir hırs ve motivasyon ile oynuyor ve her maçta en az bir kaç kere yaka paça indiriliyor, çekiliyor ama o savaşıyor… Sene sonu kadrodan ayrılanlar olduğunda `Umut Bulut` ve Jaja’nın yokluğunda takımın hücum gücü çok düşecek demiştik, korkumuzda haksız da değildik ama Burak Yılmaz onların da rolünü üstlenmiş gibi adeta iki – üç kişilik oynuyor. Aynı şekilde şu an bence ligimizin en iyi yerli orta saha oyuncusu ve çok iyi arkadaşı olduğunu bildiğimiz Selçuk İnan bu takımdan gittiğinde, “artık o pasları da alamayacak” diyenler vardı ama o hala ısrarla, soyadına (Yılmaz) yakışır bir şekilde yılmadan gollerine devam ediyor ve hala sen bu adamın üst düzey olamayacağını düşünüyorsun. O zaman futbol bilgini veya tarafsızlığını bir sorgula derim sana güzel kardeşim.

Ayrıca İspanya’ya veya başka bir ülkeye gitmesi konusunda da düşünmesi gereken bir oyuncu. Elbette evet, ama tabii ki zamanı gelince… Hani tabi ki kendisi için çok iyi bir paraya veya isim olarak çok iyi bir kulübe giderse bir taraftar olarak içim burkulsa da; “neden olmasın, helali hoş olsun” derim, gurur duyarım. Ama transfer sezonu harici zamanlarda bile onun ismini başka takımlarla anıp Trabzonspor camiasını zayıflatmak, gündem değiştirmek için kullananları görünce ve dahi kendisini her fırsatta Trabzonspor’dan koparmak için bu kadar hevesli olanları görünce uzun yıllar kalmasını daha da çok istiyorum. Bizimki biraz bencillik belki de; yani zaten aslında bize ne oluyor ya; keyif de onun, hayat da, gelecek de onun. bize hiç bir söz söylemek düşmez ama gene de `naçizane` şunu söylemek isterdim kendisine denk gelsem; “hani bazen öyle bir düzen kurmuşsunuzdur ki, en basitinden çalışma masanızı değiştirseniz bile o havayı kaybedersiniz ve o motivasyonu ve tempoyu bir daha yakalayamazsınız”. veya belki de susmak lazım. Sadece ve sadece başarıları için tebrik edip kendisini sevenler olduğunu bilmesini sağlayacak içten bir tebessüm…

 

İşte böyle bir yazı paylaştım bugün sözlükte. Ve işin garibi; ilk başlarda daha çok benimsediğimiz o Selçuk İnan ve Engin Baytar sene sonunda Trabzonspor’dan ayrılıp biri bedelsiz, biri ise kendi isteği ile bonservis bedeli karşılığında Galatasaray’a gitmişken, Burak Yılmaz yazın kulübü ile yaptığı sözleşmeyi uzatmaktan çekinmemişti. Hem de sözleşme imzalayan oyuncuların tersine giderek formunu arttıran bir oyun yapısı ile. Hem de o başarılı sezon arkasından bile bu yaz bir çok yıldız gitmişken sözleşme imzalamadığına dair haberler çıktığında taraftarın bir kalemde kendisinden vazgeçercesine tepki gösterdiği takımda kendini iyice kabul ettirerek.

Futbol belki de bu yüzden çok seviliyor. Ne olacağı nasıl olacağı asla kestirilemiyor. Sonuçta herkes başarılı olmak ister. Ama burada şanstan öte bir faktör de gerekiyor. Burak Yılmaz da onu yapıyor. Herşeyi bir kenara bırakmış sadece ve sadece futbolunu oynuyor. Trabzonsporlu bir taraftar olarak değil, Türk futbolu adına bir Türk futbol izleyicisi, bir futbolsever olarak “Teşekkürler Burak Yılmaz”.

Bir Yorum Yazın